FUTBOLUN PSIKOLOJİK KRİZİ: KORKU KÜLTÜRÜNDEN PSİKOLOJİK GÜVENLİĞE
x
Buradasınız >> Ana Sayfa HABERLER & MAKALELER Genel Prof. Dr. Fuat Tanhan FUTBOLUN PSIKOLOJİK KRİZİ: KORKU KÜLTÜRÜNDEN PSİKOLOJİK GÜVENLİĞE

FUTBOLUN PSIKOLOJİK KRİZİ: KORKU KÜLTÜRÜNDEN PSİKOLOJİK GÜVENLİĞE

tanhan121225

Prof. Dr. Fuat Tanhan – 12 Aralık 2025

FUTBOLUN PSIKOLOK KRİZİ: KORKU KÜLTÜRÜNDEN PSİKOLOJİK GÜVENLİĞE

-Türkiye Futbolunun Kısır Döngüsü ve Çıkış Arayışı-

 

Türkiye futbol gündemi, her hafta sahada doksan dakika boyunca süren teknik, taktik ve insani mücadelenin ilkesel boyutunu öne çıkarması gerekirken, tartışmalı kararların uzun uzun ve anlamsız biçimde konuşulduğu bir tiyatro sahnesine dönüşüyor. Bu durumun en çarpıcı örneği, geçen hafta Beşiktaş JK ile Gaziantep FK arasında oynanan maçta yaşanan ve yüzlerce stratejik hamleyi gölgede bırakan, sonuçlanmayan bir penaltı pozisyonuydu. Bu an, tek bir maçın ötesinde, Türkiye futbol ekosistemindeki kronik bir sorunun simgesi olarak okunmalıdır. Galatasaray-Fenerbahçe derbisindeki maç sonrası açıklamalardan, "dört büyükler" dışındaki kulüplerin sürekli mağduriyet iddialarına kadar uzanan bu olgu, futbolu bir spor olmaktan çıkarıp onu kolektif bir "hakem sendromu" ve sürekli bir suçlama kültürünün içine hapsediyor. Bu zehirli döngü, oyunun gerçek karmaşıklığını, zevkini, heyecanını ve öngörülemez sonuçlarını perdeleyerek, futbolu besleyen psikolojik, sosyal ve idari temelleri kemiren derin bir yapısal soruna işaret ediyor.

Aynı zamanda, son yıllarda giderek güçlenen bahis odaklı yaklaşımın Türk futbolunda yeni ve tehlikeli bir eşiğe işaret ettiğini görmek gerekir. Bu yaklaşım, taraftar-tüketiciyi ve oyunun tüm paydaşlarını futbolun doğal, organik akışından koparıyor; sporu özünde var olan öngörülemezlik ve heyecandan uzaklaştırarak, her şeyin hesaplanabilir bir risk ve istatistik yönetimine indirgendiği bir mecraya sürüklüyor. Bu dönüşüm, futbolu kültürel bir miras ve kolektif bir heyecan alanı olmaktan uzaklaştırıyor. Onun yerine, başta maddi kazanç olmak üzere çeşitli kişisel beklentileri karşılamak için kullanılan, araçsallaştırılmış bir yapıya dönüştürüyor. Bu da, futbolun içinde debelendiği zehirli kısır döngüyü besleyerek onu daha da derinleştiriyor ve çıkılması güç bir bataklık haline getiriyor.

Bu sendromun altında, profesyonel futbolun doğasında var olan ama Türkiye bağlamında aşırı yoğunlaşan bir "travmatik korku kültürü" yatmaktadır. Futbol, fiziksel olduğu kadar psikolojik sınırların da test edildiği bir performans ekosistemidir ve başarı, kronik stresi yönetme kapasitesiyle yakından ilintilidir. Spor psikolojisi araştırmaları, motivasyon, öz-yeterlilik ve sorumluluk gibi psikolojik faktörlerin performansla anlamlı ve güçlü bağlantılarını ortaya koyar. Ne var ki Türkiye futbolundaki ortam, bu temel ihtiyaçları sistematik olarak baltalar. Her hatanın kamusal alanda görünür olduğu ve sosyal medya linçlerine dönüşebildiği bu bağlam, gerçekçi olmayan yüksek standartlar, acımasız öz-eleştiriyle tanımlanan mükemmeliyetçilik ve başarısızlık korkusu ile yoğrulur.

Bu yoğun korku hali, beynin mantıklı düşünme ve yaratıcı karar almadan sorumlu prefrontal korteksini devre dışı bırakarak, sporcunun fiziken sahada olsa da zihnen "donmasına" yol açar. Sürekli eleştiri ve güvensizlik ortamında, yetenekli oyuncular bile kendi yeterliliklerinden şüphe etmeye başlar; bu "Dunning-Kruger Etkisi"nin hayat bulduğu bir psikolojik dinamiktir. Her futbolcu yapabileceğinden çok daha azını yapabileceğine inanır. Oysaki kendisine inanıldığı ölçüde, rahat hissettiği ve kendisine güven duyulduğu bir ortamda her futbolcu yaptığında çok daha fazlasını ortaya koyabilme potansiyeline sahiptir. Futbolcunun yeteneğini sergileyemediği ya da sergilemekten kaçındığı bir arenaya dönüşür futbol sahası. "Yetersizim" inancı, içsel motivasyonu yok ederek sporcuyu tükenmişliğe ve yetenek erozyonuna sürükler. Bu ruh hâlinin derinleşmesinde, özellikle bahis kültürünün yarattığı sürekli kazanç beklentisi ve risk algısının da payı büyüktür. Sporcu performansının artık kolektif bir heyecanla değil, risk hesaplarıyla izlenmesi, başarısızlığın ekonomik sonuçlara bağlanması, psikolojik baskıyı daha da artırmaktadır.

Bu dayanılmaz psikolojik baskıdan korunmak için tüm sistem, otomatik savunma mekanizmalarına başvurur. Futbol ekosistemindeki aktörlerin -yöneticiler, teknik ekip, medya ve taraftarlar-başarısızlıkları sürekli olarak "hakem", "şanssızlık" veya sistemik bir "komplo" gibi dış faktörlere yansıtması bu mekanizmanın tipik bir örneğidir. Bu "hakem sendromu", basit bir şikayet değil, derinlemesine işleyen bir kaçınma mekanizmasıdır. Kısa vadeli şampiyonluk ve Avrupa başarısı baskısı altında ezilen kulüpler için, uzun vadeli planlama yapmak ve zayıf taktik, form düşüklüğü gibi rahatsız edici içsel gerçeklerle yüzleşmek yerine, suçu sahaya dışarıdan dahil olan bir faktöre, yani hakeme yönlendirmek çok daha kolay ve acısız bir yoldur.

Bu yansıtma ve inkar, kısa vadede kolektif hayal kırıklığını hafifletse de, uzun vadede sorumluluk almayı, gerçekçi öz-eleştiriyi ve yapıcı öğrenmeyi imkansız kılar. Daha da vahimi, sürekli haksızlık iddiaları ve güvensizlikle kuşatılan hakem camiasında, "birine kırk defa deli dersen deli olur" sözünde olduğu gibi, bir "kendini gerçekleştiren kehanet" oluşur. Bazı hakemlerin ve futbolcuların bahis skandalları gibi zaafiyetleri, tüm sistemi sorgulatan bir kurumsal krize dönüşür. Federasyonun bu krizi şeffaf, yapısal ve adil adımlarla aşamaması, güvensizliği daha da körükler ve artık her teknik hata, derin bir şüphenin parçası olarak okunur hale gelir. Bu ortamda hakemler yalnızca teknik baskıyla değil, sürekli eleştirilme ve her maçtan sonra üzerlerine yönelen yoğun baskı politikasıyla da mücadele eder hâle gelir. Karar vermekte tereddüt etmeleri, risk almaktan kaçınmaları, saha içi yönetim zaafiyetlerinin artması tam da bu korku ikliminin ürünüdür. Baskı altındaki hakemin vereceği her karar, teknik açıdan değil, psikolojik sıkışmışlık açısından okunur hâle gelmiştir.

Bu zehirli döngünün en ağır bedelini ise sahada oynayan futbolcular ve hakem öder. "Hakem skandalı" beklentisiyle oynanan her maçın, maçta yapılacak her insani doğal hatanın dışsal bir nedenle açıklandığı bu ortam, sporcular için, hakemler için travmatik bir baskı alanı yaratır. Spor psikolojisi, zihinsel sağlık sorunları ile sakatlanma riski arasında bir bağ olduğunu gösterir ve Türkiye'deki bu ekosistem, bu riski katbekat artırır. Hakem hatalarının çoğu da, futbolcularının yeteneklerinin sergileyemedikleri her pozisyon bu ekosistemin bir ürünüdür. Futbolcu, sadece rakibiyle, hakem sadece maç atmosferinin zorluklarıyla değil, kendi sisteminin ürettiği devasa kaygı ve stresle de mücadele etmek zorundadır; bu da yaratıcılığını, risk alma yeteneğini, karar verme cesaretini ve nihayetinde performansı baskılar.

Sonuç, derin bir yabancılaşmadır: Sporcu, hakem, kendi emeğine, oyunun doğal akışına ve en nihayetinde kimliğine yabancılaşır. Oyun, içsel bir tutku olmaktan çıkıp dışsal baskılar ve ekonomik çıkarlar tarafından tanımlanan bir göreve dönüşür. Bu yabancılaşma sadece oyuncularla ve hakemle sınırlı değildir; taraftar da kolektif bir heyecanın öznesi olmaktan çıkıp, bir "tüketiciye" veya bahis oynayan bir "risk yöneticisi"ne dönüşür. Sporun özündeki bilinmezlik ve heyecan, hesaplanabilir bir riske indirgenir. Değerlerin erimesi ve tek değer olarak maddi başarıya yapılan vurgu, bu yabancılaşmayı besler ve bahis skandalları da bu sürecin doğal ve trajik bir sonucu olarak görülebilir. Böylece futbolun öngörülemezliği, bilinmezliği ve kolektif coşkusu kaybolur; yerini maddi çıkarlara dayalı bir beklenti ekonomisi alır. Bu dönüşüm, oyunun ruhunu adım adım aşındırır.

Bu kısır döngüden bir çıkış yolu mümkündür. Bu yol, travmatik korku kültürünün yerini "psikolojik güvenlik" kültürünün almasından geçer. Bu, sporcuların, hakemlerin hata yapma korkusu olmadan fikirlerini ifade edebildiği, zayıf yönlerini paylaşabildiği bir ortamdır. Bunun için somut adımlar atılmalıdır: Kulüpler, fiziksel antrenman kadar yapılandırılmış psikolojik hazırlık programlarını rutin hale getirmeli, bu programlar motivasyon, öz-yeterlilik, duygual zeka ve stres yönetimini geliştirmeye odaklanmalıdır. Futbol federasyonu benzer bir oluşumu hakemler için hayata geçirmelidir. Teknik direktörler, sadece taktik veren figürler olmaktan çıkıp, güven inşa eden ve açık iletişimi teşvik eden liderler haline gelmelidir. Her maç sonrası, rakip takım ve hakemler hakkında konuşmaktan vazgeçmelidirler. Her kulüpte, tam zamanlı çalışan ve sadece kriz anlarında değil, proaktif olarak performansı optimize eden lisanslı spor psikologlarının/psikolojik danışmanların bulunması bir zorunluluk olmalıdır. Destek sistemleri tüm sporcular ve hakemler için kapsayıcı, erişilebilir ve kültürel olarak duyarlı olacak şekilde tasarlanmalıdır. Yapısal düzeyde ise TFF ve kulüpler, bahis skandalları gibi krizleri şeffaflık ve hesap verilebilirlikle aşarak güveni yeniden inşa etmeli, kısa vadeli transfer politikaları yerine yerli akademi ve genç oyuncu gelişimine odaklanmalıdır. Futbol, kısır döngülerin sergilendiği, sürekli maçtaki pozisyon hatalarınınkonuşulduğu bir gündemden kurtulmalıdır. Güvenin inşa edildiği, uzun vadeli sürdürülebilir bir sporekosistemi olarak ele alınmalıdır.

Ligde yer alan her futbol takımının kendisinin haksızlığa uğradığını düşündüğü bir ortamda sistematik olarak haksızlığa uğrayan bir takım yoktur. Böyle bir ortamda, istatistiksel olarak anlamlı bir sistematik haksızlıktan ziyade, doğal insani hatalar söz konusudur ve güven duyulan bir sistemde bu hatalar zaman içinde dengelenecektir. Ancak güvenin tamamen aşındığı, başarısızlığın sürekli dışsallaştırıldığı bir ortam, hastalıklı bir fenomene dönüşür ve herkesin mağdur, her başarısızlığın bir komplonun ürünü olduğu kısır bir söylem üretir. Bu döngüyü kırmanın anahtarı, korku ve suçlama kültüründen uzaklaşıp, psikolojik güvenliği, bütünsel refahı ve spor bilimini merkeze alan yeni bir paradigmaya geçiştedir. Futbolun karmaşık gerçekliği, insani değerler ve kolektif ruh, ancak böyle bir ortamda cesur ve dürüst bir şekilde yeniden konuşulabilir. Bu dönüşüm, sadece sportif başarıyı değil, futbolun toplumsal dokudaki anlamını ve sunduğu insani hazzı da geri kazandırarak, onu anlamını yitirmekten kurtaracaktır.

 

                    linkedin-logo Paylaş                        Flipboard -logo Paylaş

Bu İçerik  53  Defa Okunmuştur
 

futbolekonomihakkimizdabanner2

esitsizliktanitim

aksartbmmraporbanner

Yazarlarımızın Son Yazıları

Doç. Dr. Kutlu Merih
Doç. Dr. Kutlu Merih
Doç. Dr. Deniz Gökçe
Doç. Dr. Deniz Gökçe
Prof. Dr. Sebahattin Devecioğlu
Prof. Dr. Sebahattin Devecioğlu
Murat  Başaran
Murat Başaran
Mete İkiz
Mete İkiz
Hüseyin Özkök
Hüseyin Özkök
Ömer Gürsoy
Ömer Gürsoy
Neville Wells
Neville Wells
Kenan Başaran
Kenan Başaran
Prof. Dr. Ahmet Talimciler
Prof. Dr. Ahmet Talimciler
Prof. Dr. Lale Orta
Prof. Dr. Lale Orta
Müslüm Gülhan
Müslüm Gülhan
Tuğrul Akşar
Tuğrul Akşar
Av. Hüseyin Alpay Köse
Av. Hüseyin Alpay Köse
Doç. Dr. Recep Cengiz
Doç. Dr. Recep Cengiz
Dr. Ahmet Güvener
Dr. Ahmet Güvener
Av. Arman Özdemir
Av. Arman Özdemir
Dr. Tolga Genç
Dr. Tolga Genç
Tayfun Öneş
Tayfun Öneş
Dr. Bora Yargıç
Dr. Bora Yargıç
Alp Ulagay
Alp Ulagay
Dr. Sema Tuğçe Dikici
Dr. Sema Tuğçe Dikici
Prof. Dr. Fuat Tanhan
Prof. Dr. Fuat Tanhan
Prof. Dr. Turgay Biçer
Prof. Dr. Turgay Biçer

Kimler Sitede

Şu anda 1220 konuk çevrimiçi

İstatistikler

İçerik Tıklama Görünümü : 54986869

raporlaranas

kitaplar aksar

1

futbol ekonomi bulten

fesamlogobanner

ekosporlogo


Futbolun ekonomisi, mali, hukuksal ve yönetsel kısmına ilişkin varsa makalelerinizi bize gönderin, sizin imzanızla yayınlayalım.

Yazılarınızı info@futbolekonomi.com adresine gönderebilirsiniz. 

 

futbolekonomisosyal2

 

sosyal1