Futbol Ekonomisi Genel Haber & makaleler
x
Buradasınız >> Ana Sayfa HABERLER & MAKALELER Genel Diğer Yazarlar


La Liga Medya Gelirlerini 102 Milyon Euro Nasıl Artırdı?

27.12. Laliga

Futbolekonomi- 27 Aralık 2025 La Liga başkanı, Kicker'a verdiği röportajda, bir yandan maçlar öncesinde ve sonrasında giderek daha ilgi çekici içerikler üretebildiklerini, diğer yandan da dijital korsanlıkla mücadelede başarılı olduklarını açıkladı. 

Devamını oku...
 
FIFA 2026 Dünya Kupası Biletlerini Satarken, Kârını Maksimize Etme Amacı mı Güttü?

2024 FIFA 1

Futbolekonomi- 24 Aralık 2025  FIFA'nın organize edeceği  2026 FIFA Dünya Kupası 11 Haziran 2026 tarihinde Meksika'nın Mexico City şehrindeki Azteca Stadyumu'nda başlayıp 19 Temmuz 2026'da ABD'nin New Jersey eyaletindeki MetLife Stadyumu'nda oynanacak final  ile sonlanacak.

Devamını oku...
 
Bir Oyun Değil, Bir Endüstri: Amerika’nın Son Yatırımı Futbol

20.Aralik 2025

Mustafa Batmaz- 20 Aralık 2025 Uzun yıllar boyunca futbol, Amerika Birleşik Devletleri için “Amerikan Futbolu” olarak bilinen dünyada oynan ve tanınan futbol ile yakından uzaktan alakası olmayan bir spordu.

Devamını oku...
 
Championship Ekibi Wrexham'a Neden Para Akıyor?

15.12.WRExHam

Futbolekonomi-15 Aralık 2025 Bir peri masalı gibi soluksuz Championship'e yükselen Wrexham FC'ye adeta para yağıyor. Konuya ilişkin The Athletic'te yayınlanan bir haber yorumu sizlerle paylaşıyoruz. 

Devamını oku...
 
Yeni Neslin Hızında Koşamayan Futbol, Değişmezse Kaybeder

batmaz071225kkapak

Av. Mustafa Batmaz – 6 Aralık 2025 Global spor endüstrisi, özellikle de futbol, Gen Z yani yeni nesilin davranış biçimleri ve medya tüketim alışkanlıkları nedeniyle tarihin en büyük dönüşüm eşiklerinden birinde bulunuyor. Dijital çağın içine doğan bu kuşak, sporu önceki jenerasyonlardan tamamen farklı bir gözle değerlendiriyor. Bunun en temel sebeplerinden bir tanesi dikkat süreleri saniyelere kadar düşmüş bir dünyada, futbolun 90 dakikalık geleneksel formatı artık yeterince ilgi çekici gelmiyor. Yeni nesile göre maçlar çok uzun, oyun çok yavaş, duraksamalar fazla ve VAR incelemeleri tempoyu düşürüyor.

Son dönemde özellikle Avrupa futbolunun alışkanlıklarına baktığımızda korner, taç ve duran top organizasyonundan elde edilen gollerin artış yaşadığını görebiliriz. Takımlar artık bu tip organizasyonlar için setler çizerek gol yollarında etkili olmaya çalışıyor. Fakat bu durum izlenebilirlik açısından büyük bir sorun da doğuruyor. Korner organizasyonlarında oyuncuların yerini alması, korner atanın onlara seti göstermesi ve genelde yeni tip korner setlerinde ortanın altı pas denen bölgeye atılması arka arkaya korner kullanım ihtimalini arttırıyor. Bu süreç göz önüne alındığında her korner yaklaşık 1 dakikalık temposuzluğa sebep olur.

Aynı şekilde taç atışları için de bu geçerli, taç atan oyuncunun topu havluyla silmesi, gerilmesi, takım arkadaşlarının pozisyon almasını beklemesi aslında gol yollarında etkili olsa da izlenebilirlik açısından negatif bir sonuç doğuruyor.

Futbolun en temelde eğlence sektörüne hizmet etmesi sebebiyle bugünün dünyasındaki rakibi artık sadece diğer spor dalları değil. TikTok, YouTube ve Twitch gibi platformlar sürekli, hızlı, interaktif ve kişisel bir içerik akışı sunarken futbol hâlâ tek yönlü, pasif bir izleme deneyimi üzerinden ilerliyor. Yeni nesilin kısalan içerik beklentisi, futbol endüstrisinin bugüne kadar alışık olmadığı bir hız talep ediyor.

Üstelik gençler artık takımlara önceki nesiller gibi körü körüne sadakat duymuyor; bir kulübü oyuncusunu sevdikleri için, sosyal medya içeriklerini eğlenceli buldukları için, kulübün sosyal sorumluluk vizyonunu benimsedikleri için veya sadece estetik olarak beğendikleri için tercih ediyorlar. Bu yüzden kulüplerin hâlâ eski nesil taraftar modeline odaklanan iletişim stratejileri Gen Z’de karşılık bulmuyor. Gençler spor tüketimini kimlik, stil, topluluk ve dijital varlık üzerinden anlamlandırıyor; yani bir maç izlemekten çok bir topluluğa dahil olma, bir hikâyeye bağlanma, kendini ifade etme ihtiyacındalar.

Öte yandan futbolun çevresindeki etik tartışmalar, finansal usulsüzlükler, şike iddiaları, yönetim krizleri, adaletsizlik algısı, yeni nesilin yüksek adalet ve şeffaflık beklentileriyle çelişiyor. Bu da gençlerin duygusal bağ kurmasını daha da zorlaştırıyor. Futbolun eski jenerasyonlar için sahip olduğu kültürel üstünlük artık garanti değil; gençler aynı anda Netflix, oyun konsolu, Twitch yayınları, sosyal medya içerikleri ve influencer’larla rekabet eden bir spor ekosistemi içinde yaşıyor.

Bu nedenle Gen Z futboldan uzaklaşmıyor; aksine futbol onların diline, hızına ve beklentilerine uyum sağlamadığı için ilişki zayıflıyor. Oysa doğru şekilde evrilirse futbol yeniden bu neslin hayatının merkezinde yer alabilir: oyunun kurallarında belli başlı değişimler ve gelişimler, daha kısa formatların denendiği turnuvalar, maç günü deneyimini oyunlaştıran dijital uygulamalar, taraftarlığı kişiselleştiren platformlar ve e-sporla entegre hibrit projeler Gen Z ile bağ kurmak için güçlü fırsatlar sunuyor.

Sonuç olarak mesele gençlerin sporu daha az sevmesi değil; gençlerin tüketim biçiminin değişmiş olması ve futbolun bu değişime ayak uydurmakta geç kalmasıdır. Değişimi doğru okuyan ligler ve kulüpler, yalnızca yeni nesili geri kazanmakla kalmayacak, aynı zamanda sporun geleceğini de şekillendiren aktörler hâline gelecektir.

Kapak görseli: Mike Hewitt/Getty

 

 
Altay Neden Yaşamalı? #BaşkaAltayYok

altaykapak261125

 

Ahmet Berke Gökçeoğlu - 26 Kasım 2025 Futbolda son yıllarda defalarca aynı manzarayı gördük: Zor durumdaki kulüpler için kampanyalar, yardım çağrıları, bağış yayınları, sosyal medya seferberlikleri… Üstelik bu kampanyaların bir kısmı gerçekten ayakta kalma mücadelesi veren köklü kulüpler için yapılırken, bir kısmı da her sezon milyonlarca euroluk transferler yapan, dev bütçelerle yaşayan, hatalarını sorumsuzca harcama yaparak örten takımlar içindi. O yüzden bugün bir futbolseverin, bir vatandaşın şu soruyu sormasını çok iyi anlıyorum:

“Ben neden bir kulübe para vereyim ki?”

Altay’ın başlattığı yardım kampanyası karşısında bu sorunun yeniden akla gelmesi son derece doğal. Ben de bu yazıyı, bu soruya kendimce yanıt üretebilmek için yazıyorum. 

Altay’ın hikayesi, son yıllarda tanık olduğumuz kampanya furyasının çok dışında bir yerde duruyor. Çünkü Altay, yapacağı transferleri finanse etmek için ya da yıldız oyuncuların maaşını ödemek için değil eski yönetim döneminde yapılan hoyratça ve sorumsuz harcamaların bıraktığı ağır enkaz yüzünden bugün ayakta kalmaya çalışıyor. Kulüpten yapılan açıklamalara göre kulübün toplam 936 milyon TL borcunun %95’i, Özgür Ekmekçioğlu döneminde oluşmuş durumda. Not düşeyim: Bu dönem, Altay’ın tarihinde genel kurulda ibra edilmeyen tek başkanın dönemidir ve kulüp bugün hukuki sürecini yürütmektedir.

19 Kasım’da başlatılan valilik onaylı yardım kampanyası işte tam da bu nedenle bir para toplama çağrısından çok daha fazlasıdır. Bu çağrı, amatör kümeye düşme tehlikesiyle karşı karşıya, profesyonel liglerin en altında mücadele eden ve bir adım daha düşerse geri dönüşü neredeyse imkânsız hale gelecek olan bir kulübün var olma mücadelesidir.

Ben bu satırları bir Altay taraftarı olarak, diğer Altay taraftarları ve bir klişe haline gelmiş camia büyüklerine seslenmek için yazmıyorum. Bu yazı, onların ötesine ulaşmak için yazıldı.

Altay’ı tanıyan, tanımayan, İzmirli olan olmayan, Türk futbolunun kültürüne, hafızasına, emeğine saygısı olan herkese seslenmek için.

Ve bu çağrıyı yaparken sadece bir yardım kampanyasına destek istemek değil niyetim. Aynı zamanda bu kulübün neden yaşatılması gerektiğini anlatmak, tarihini, değerlerini, felsefesini, şehirle kurduğu bağı ve yüz yılı aşan duruşunu kayda geçirmektir.

Çünkü Büyük Altay sadece bir futbol takımı değildir.

O halde sorumuzu yenileyerek başlayalım:

“Ben neden bir kulübe para vereyim ki?”

 

Çünkü ALTAY tarihsel bir mirastır.

Öncelikle söylemeliyim, hatırlatmalıyım ki Büyük Altay’ın tarihi ilkler ve başarılarla doludur.

Kulübün gayri resmi olarak 1910’lardan itibaren bir araya gelen gençler tarafından oluşturulduğu, 1913-1914 yıllarında maçlar yaptığı ve 1914’te resmen tescil edildiği kaynaklarda belirtilmektedir. Bu nedenle Altay’ın kuruluşu, Türk gençlerinin futbol sahnesine çıkışının en erken örneklerinden biridir. 1914 yılında resmi olarak kurulan Altay ilk İzmir şampiyonluklarını daha 1915-1916 ve 1916-1917 sezonlarında kazanmış, milli mücadele sonrası da yeniden canlanan İzmir futbolunda öncü olarak en çok şampiyonluğa ulaşan takım olmuştur. Türkiye Birincilikleri ve Milli Küme’de birçok kez mücadele etmiştir. 1930 yılında Atina’da Yunan lig şampiyonu Panathinaikos ile karşılaşarak yurt dışında deplasmanda maç oynayan ilk Türk takımı unvanını almıştır.

Amatördeki başarılarını profesyonele de taşıyan Altay İzmir profesyonel liginde 1956-1957 ve 1957-1958 sezonlarını şampiyon tamamladıktan sonra, 1958-1959 sezonunda başlayan Türkiye Birinci Futbol Liginde yer almış, daha sonraki yıllarda ligin vazgeçilmez ekiplerinden biri olmuştur. 1969-1970 sezonunda kazandığı üçüncülükle Beşiktaş, Fenerbahçe ve Galatasaray’ın ilk üç geleneğini bozan ilk takım olmuştur. Uzun yıllar ligin dişli bir rakibi ve çekinilen bir deplasmanı olarak mücadele eden Altay, alt liglerde geçen çok yıllara rağmen bugün hala Süper Lig toplam puan sıralamasında 8. sıradadır.

Altay, Türkiye Kupasında da birçok kez mücadele ederken, toplamda 7 kez final oynamış, bu finallerin birinde aleyhinde yapılan adaletsizliği protesto ederek maça çıkmayan Altay, kupayı 1966-1967 ve 1979-1980 sezonları olmak üzere 2 kez kazanmıştır. Türkiye Kupası’nı Beşiktaş, Fenerbahçe ve Galatasaray dışında kazanan ilk takım olarak Anadolu’ya getiren Altay olmuştur.

Altay Türk futboluna damgasını vurduğu gibi Türkiye’yi Balkan Kupası, Intertoto, Kupa Galipleri Kupası ve UEFA Kupası’nda da temsil etmiştir. Eski adı Fuar Şehirleri kupası olan UEFA Kupası’na katılan ilk Türk Takımı Altay’dır.

Büyük Altay’ın tarihi bu satırlara sığmayacak kadar derin ve zengindir. Ancak şunu bilmek gerekir ki Altay’ı “Büyük Altay” yapan, yalnızca başarıları değildir. Onu büyük kılan; bir şehrin hafızasını, bir toplumun direncini, bir asrın ruhunu, önemli değerlerini taşımayı başarmasıdır. Yazımın geri kalanında, biraz olsun anlatmaya çalışacağım.

 

Çünkü ALTAY bir değerler bütünüdür.

Altay’ın değerleri, kulübün 1910’ların çalkantılı İzmir’inde doğduğu andan itibaren şekillenmeye başlamış ve bir asırdan uzun süredir korunmuştur. Kulübün doğduğu ortam, Osmanlı’nın son döneminde Ege’de artan siyasi gerilimler, Rum nüfusunun baskısı, İttihat ve Terakki’nin şehirde Türklüğü canlandırma çabaları, bir yandan da İzmir’in çok kültürlü, kozmopolit yapısıdır. Altay tam da bu gerilim hattında, Türk gençlerinin kendilerine ait bir spor alanı yaratma çabasıyla doğmuş; kimseyi dışlamayan ama kendi kimliğini koruyan bir çizgi geliştirmiştir. İzmir’de futbolu uzun yıllar yabancıların oynadığı, Türk gençlerinin sahaya bile çıkamadığı bir dönemde Altay, Türk futbolcusunun kendi ayakları üzerinde durabileceğini kanıtlayan bir yapı olmuştur. Bu, bugüne uzanan en önemli değerinin ilk adımıdır: var olma cesareti, kendin olma iradesi ve alın teriyle yükselme kültürü.

Kulübün bir diğer temel değeri ise kapsayıcı yapısıdır. Altay, İttihat ve Terakki’nin Türklük ideolojisi etkisiyle kurulan bir kulüp olmasına rağmen, hiçbir zaman ayrıştırıcı veya dışlayıcı olmamış, İzmir’in Levanten ve gayrimüslim mirasının içinden doğan spor kültürünü reddetmeden kendi kimliğini inşa etmiştir. Altay’ın kurucuları arasında Türk milliyetçisi isimler olduğu gibi, kulübün ilk üyeleri arasında Levanten ailelerinin fertleri de vardır. Altay’ın kuruluşunun hemen ardından 1916 yılına ait kadrosundaki Türk ve Müslüman olmayan futbolcular da bu tezi doğrular niteliktedir. Kulübün bu kapsayıcı tavrı onu özel kılmıştır. Altay bu nedenle sadece bir kulüp değil, İzmir’in çok kültürlü karakteriyle Türk kimliğini bir arada taşıyan nadir kurumlardan biri olmuştur.

Altay’ın değerler dünyasını şekillendiren en özel temaslardan biri, Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk ile kurduğu bağıdır. İlk temas 1923 yılındaki Ankara gezisi sırasında gerçekleşmiş, Altaylı sporcuların nezaketi ve disiplini Atatürk’ün dikkatini çekmiştir. Hasan Yanık’ın Aydın Efesi ve Zeybek gösterisini beğenen Atatürk onu yanına çağırmış, ardından kaptan Hamid Aslan’a övgülerde bulunmuştur. Bu sahne, Atatürk’ün Altay’ı sadece bir takım değil, genç Cumhuriyet’in ideal gençliğinin yansıması olarak gördüğünün ilk işaretidir.

Altay’ın Atatürk ile ikinci teması ise, Atatürk’ün İzmir ziyareti sırasında gerçekleşmiştir. 1925’teki bu ziyarette Atatürk, Altay kulübünü bizzat ziyaret etmiş, şeref defterine duygusal ve anlamlı bir not düşmüştür:

‘’Altay Spor Kulübü’nde tanıdığım gençlik iftihara şayandır. Bu gençlik muvacehesinde istikbalin kuvveti ve saadeti en bariz görülmektedir.’’

Altay’ın değerlerinin belki de en güçlü sac ayağı ise ahlak, fedakârlık ve sorumluluk bilincidir. Kulübün kurucuları sadece futbolcu değil, aynı zamanda İzmir’in sosyal, kültürel ve siyasi hayatında sorumluluk üstlenen kişilerdir. Altay’ın renklerini taşıyan gençlerin savaş yıllarında cepheye koşması, mücadele döneminde futbolu bir direniş ve moral unsuru olarak kullanması, İzmir işgal altında iken sporun bir cesaret örneği haline gelmesi kulübün değer dünyasının temelini oluşturur. Bugün “Altay terbiyesi” olarak bilinen kavram, tam da bu tarihsel mirastan doğmuştur: mücadele, centilmenlik, vefa ve sorumluluk. Bu miras öyle güçlüdür ki, dönem fark etmeksizin neredeyse her eski Altaylı sporcu kulübü bir okul olarak tanımlar. Altay’da yetişmenin sadece futbol oynamak değil disiplin, saygı, adalet duygusu ve sorumluluk bilinci kazanmak olduğunu söylerler.

Altay’ın değerleri bir kitaptan öğrenilmiş değil, yaşanarak inşa edilmiştir. Bu değerler, Altay’ı Türkiye'nin en köklü değerlerinden, miraslarından biri haline getirir.

 

Çünkü ALTAY bir şehrin kimliğini taşır.

“Bir futbol takımı içinden çıktığı kentin varoluş şeklini kültürünü temsil etmekle beraber içinden çıktıkları toplumsal yapıdan, kültürden, değer ve inanışlardan da etkilenirler. ‘’

— Talimciler

Altay tam olarak böyle doğdu. 20. yüzyıl başında İngilizlerin, Levantenlerin ve Rumların egemen olduğu İzmir futbolunda Türk gençlerinin sahaya çıkması dahi hoş karşılanmazken, Altay onların kendi kimliklerini oluşturma iradesinin simgesi oldu. Bu nedenle Altay’ın kuruluşu yalnızca bir spor kulübünün doğuşu değil, İzmir Türklerinin kendini görünür kılma ve yeniden tanımlama hikâyesidir.

Altay İzmir’le birlikte yükseldi. İşgal döneminde faaliyetleri durma noktasına gelse de mensupları milli mücadelede önemli roller üstlendi. Kurtuluştan sonra ise şehirle aynı anda yeniden doğarak Cumhuriyet yıllarında İzmir’in modernleşen yüzünün spordaki temsilcisi haline geldi.

Kulüp aynı zamanda şehrin sosyal dokusunu da yansıtır. İlk kurucular Türk gençleri olsa da, bazı Levanten ailelerin destek ve katılımıyla Altay, İzmir’in milliyetçi uyanışı ile kozmopolit geleneğini aynı potada birleştiren bir yapıya kavuştu. Bugün baktığımızda da Karşıyaka ve Göztepe’nin bölgesel aidiyetine karşılık Altay, şehir merkezinden İzmirli kimliğini temsil etmektedir.

Yükseliş gibi gerileyiş de İzmir’le paralel ilerledi. 1990’lar sonu ve 2000’ler sonrasında şehir ile merkezi iktidar arasındaki uyumsuzluk bilinen bir gerçekken, Altay’ın ekonomik ve sportif güç kaybı da bu döneme denk geldi.

Bugün Altay hâlâ İzmir ruhunun en güçlü taşıyıcılarından biridir. Tribün kültüründen vefaya, altyapı düzeninden Cumhuriyet değerlerine uzanan çizgisiyle Altay, hoşgörü, nezaket, direnç ve modernlik gibi İzmir’in niteliklerini yaşatır. Bu yüzden Altay’ı yaşatmak, yalnızca bir takımı değil, İzmir’in kimliğini ve belleğini yaşatmak demektir.

 

Çünkü ALTAY güçlü bir altyapı geleneğine sahiptir.

1914 yılında kurulan ve bahsettiğim tarih ve değerler ile bugünlere ulaşan Altay Spor Kulübü’nün birçok değerli sporcu yetiştirmemesi şaşırtıcı olurdu. Ancak, şu söylenmelidir ki Altay her zaman altyapısına ve yetiştirdiği sporculara önem veren bir kulüp olmuştur.

Daha ilk yıllarında Türkiye’nin ilk profesyonel futbolcusu Vahap Özaltay, İzmir’in ilk milli futbolcusu Hamit Aslan, İzmir’in ilk milli atleti Said Odyak’ı Türk sporuna armağan etmiştir Altay. İlerleyen yıllarda kulüpte yetişen ve efsaneleşen sayısız isimden Mustafa Denizli, Ayfer Elmastaşoğlu, Bayram Dinsel, Zafer Bilgetay (Zagor) benim genç yaşıma rağmen aklıma ilk gelenlerdir.

Şimdiki adıyla Süper Lig’de yıllar boyunca, o zaman dahi büyük paralarla transferler yapan İstanbul takımlarına kök söktürürken, Türkiye Kupasında finaller oynayıp, şampiyonluklar kazanırken, Türkiye’yi Avrupa’da temsil ederken hep altyapısından yetiştirdiği oyuncularla, gururla sahadadır Altay.

Biraz daha güncel dönemden Altay’ın Türk futboluna hediyeleri arasında ise Ali Şaşal Vural, Alpay Özalan, Aytaç Kara, Çağdaş Atan, Cenk Özkaçar, Efe Sarıkaya, İbrahim Akın, Kazımcan Karataş, Musa Çağıran, Necati Ateş, Okay Yokuşlu, Semih Kaya ve Ufuk Ceylan sayılabilir.

Altay altyapısının değeri U15 Akademi Ligi Türkiye Şampiyonluğu,B Genç Türkiye Şampiyonluğu, PAF Ligi Türkiye Şampiyonluğu gibi başarılar ile de taçlandırılmıştır.

Altay, 2025-2026 Sezonunda da transfer yasaklarının da bir sonucu olarak oyuncularının neredeyse tamamı altyapıdan yetiştirilmiş ve gençlerden oluşan bir kadro ile profesyonel liglerde kalma mücadelesi veriyor. Altay U19 ise Gelişim Ligi’nde son beş maçında beş galibiyeti 23 gol atarak, kalesinde yalnızca 4 gol görerek elde etmiş durumda.

Altay denildiğinde ilk akla futbol gelse de, tarih boyunca Altay’lı sporcular basketbol, voleybol, bisiklet, atletizm gibi birçok sporda önemli başarılara imza atmıştır. Bugün, amatör sporlarda maddi sorunlardan ötürü büyük başarılar elde edilemiyor ve gereken önem gösterilmiyor olsa dahi basketbol, voleybol ve e-spor başta olmak üzere binlerce çocuk ve genç spor yapmakta, mücadele etmekte ve Altay’ın armasını dalgalandırmaktadır.

Şüphesiz ki Büyük Altay’ın spora başlatacağı, sporla hayatına dokunacağı, yetiştirip Türk sporuna armağan edeceği daha çok çocuk ve genç var, olmalı…

 

Çünkü ALTAY’ın yeniden ayağa kalkma potansiyeli yüksektir.

Büyük Altay’ın tarihini, başarılarını, değerlerini ve felsefesini biraz olsun anlatabildiysem, Altay’ın büyüklüğünü hissetmişsinizdir. Bu başlık altında altını çizmem gereken şey şudur: Altay’ın yaşadığı en zor dönem asla bugün değildir.

Altay, 15 Mayıs 1919 sabahında İzmir’in işgalini yaşamıştır. İşgal yıllarında önce ismini ve renklerini değiştirmek, ardından faaliyetlerini durdurmak zorunda kalmış; vatansever yönetici ve sporcularını kaybetmiş, karanlık yıllar bir yok oluş tehlikesi yaratmıştır. Ancak Altay, işgali nasıl yaşadıysa 9 Eylül’de İzmir’in kurtuluşunu da yaşamış, küllerinden yeniden doğmuştur.

Bu süreçte Altay birçok milli mücadele kahramanı yetiştirmiş, kurtuluş mücadelesinde yalnızca bir spor kulübü değil, bir direniş odağı olmuştur. Cumhuriyet sonrasında ise yeni Türkiye’nin spor kültürünün oluşmasına öncülük etmiş, sayısız yönetici, fikir insanı, spor insanı yetiştirerek İzmir’de sporun yeniden başlamasına ve gelişmesine yön vermiştir. Bu nedenle Altay, haklı olarak Kuvâ-yi Milliye'nin Kulübü olarak anılır.

Tüm bu tarihsel arka plan şunu açıkça gösterir: Altay, çok büyük sınavları zaten atlatmıştır. 

Ve Büyük Altay o sınavı yine geçecektir.

 

Kapanış

Bugün Altay’ın ihtiyacı çok büyük değil:

Biraz ses, biraz destek, biraz dayanışma…

Altay yalnızca Altaylıların değildir.

Kendi tarihine, kendi spor kültürüne, kendi şehirlerine ve kendi hafızasına değer veren herkesindir.

Bu yüzden bu çağrı bir kulübün kapanmaması için değil;

Bir mirasın, bir duruşun, bir kültürün yarınlara taşınması içindir.

Altay bu günleri de atlatacaktır.

 

Altay’ın başlattığı valilik onaylı yardım kampanyasının duyurusu ve bağış bilgileri aşağıdadır:

 https://x.com/altaysporkulubu/status/1991549265294872664?s=46

Ziraat Bankası

Hesap Adı: ALTAY SPOR KULÜBÜ

IBAN: TR06 0001 0010 0066 3082 4850 01

 

Kaynakça:

Kuruloğlu, Fehim. Altay Spor Kulübü Tarihi. İzmir: Ecem Basın Yayın, 2014.

Berent, Orhan. Alsancak’ın Sakini Altay. İstanbul: İletişim Yayınları, 2014.

Talimciler, Ahmet. “Futbol/Spor Ekseni’nde İzmir.” İzmirli Olmak Sempozyumu, 22 Ekim 2009

Altay Spor Kulübü Resmî Sitesi. “Tarihçe.”

 
Bahis Soruşturmalarında Üç Farklı Dünya: Türkiye, İngiltere ve ABD’de Masumiyet Karinesi

batmaz191125kapak

 

Av. Mustafa Batmaz - 19 Kasım 2025 TFF’nin yürüttüğü son bahis soruşturmasında daha ilk günden itibaren isimlerin basına yansıması, soruşturmanın gizliliğinin ortadan kalkması ve kişilerin hukuki süreç tamamlanmadan suçlu gibi sunulması, Türk hukukunun temel ilkelerinden biri olan masumiyet karinesinin uygulamada ciddi şekilde ihlal edildiği tartışmalarını beraberinde getirdi. Oysa Türkiye’de masumiyet karinesi hem Anayasa’nın 38/4. maddesi hem de Türkiye’nin taraf olduğu AİHS 6/2 ile açıkça korunur; ayrıca CMK 157 soruşturmanın gizli yürütülmesini zorunlu kılar ve soruşturma makamlarının deliller toplanmadan isim açıklamasını açık hukuka aykırılık olarak tanımlar. Bu normatif çerçeveye rağmen, TFF sürecinde şüphelilerin kamuoyuna teşhir edilmesi, medya üzerinden yargısız infazın oluşması ve kişiler hakkında hukuken henüz var olmayan bir “suçluluk algısı’’ yaratılması, masumiyet karinesinin pratikte işletilmediği yönünde haklı eleştiriler doğurmuştur. TFF ve savcılığın birlikte yürüttüğü bu soruşturmada bazı hakem, futbolcu ve yöneticilerin PFDK’ya sevkleri spor kamuoyunda suçluluk algısı yaratmıştır. Özellikle bu insanların kamuoyu gözünde yüksek tanınırlıkta kişiler olması denetim ve yargı mekanizmalarının elindeki delilerin çok daha kuvvetli olması gerektiğini göstermektedir. Net bir delil olmadan ve şüpheye dayalı başlatılan hukuki süreçlerin ve PFDK sevklerinin ilerleyen dönemde maddi ve manevi tazminat davası olarak TFF’ye geri dönmesi muhtemeldir. 

 

Sporla iç içe geçmesi sebebiyle sadece Türkiye’de değil Avrupa’da da bahis skandalları son yıllarda karşımıza çıkmıştır. Bunun en güncel örneklerinde bir tanesi İngiltere Premier Lig’de meydana gelmiştir. O süreci incelersek İngiltere’de, özellikle Premier League ve FA Disciplinary Regulations kapsamında, masumiyet karinesi ilkesi çok daha katı biçimde uygulanır; Contempt of Court Act 1981, hakkında resmi bir soruşturma devam eden kişinin medyada suçlu gibi gösterilmesini yargıyı etkileme suçu olarak düzenler, Defamation Act 2013 ise kişiyi haksız yere suç işlemiş gibi lanse eden her türlü açıklamaya çok ağır tazminat yaptırımları öngörür. Bu nedenle İngiltere’de federasyonlar soruşturma tamamlanmadan isim açıklamaz; Ivan Toney, Kieran Trippier ve Sandro Tonali vakalarında olduğu gibi aylarca tam gizlilik korunmuş ve tüm resmi açıklamalar “soruşturma altında” gibi tamamen nötr bir dille yapılmıştır. İngiltere’de bir federasyonun soruşturma ortasında isim açıklaması veya kişiyi suçlu gösterici bir ifade kullanması halinde federasyon yöneticileri dahi milyonlarca sterlinlik tazminat davalarıyla karşılaşır; oyuncular birliği PFA, süreci “usule aykırılık’’ nedeniyle bağımsız tahkime taşır ve İngiliz spor otoriteleri tarafından hukuki süreç incelemesi başlatılır. 

 

Bu tip bahis olayları sadece futbolda da değil basketbolda da büyük bir sorun haline gelmiştir. Ancak ABD de İngiltere’deki uygulamalara benzer bir şekilde bu tip hukuki süreçleri yönetir. Masumiyet Karinesi ilkesinin en disiplinli uygulandığı ülkelerden birisi de ABD’dir; nitekim NBA, aktif bahis soruşturmalarını hem Amerikan anayasal güvenceleri (5th ve 14th Amendments, Yüksek Mahkeme İçtihatları (Coffin v. United States 1895)) hem de lig içi disiplin kuralları çerçevesinde tamamen gizlilik içinde yürütür. Güncel Jontay Porter soruşturmasında NBA haftalarca hiçbir açıklama yapmamış, iddiaları doğrulamadan isim bile telaffuz etmemiş, medya yalnızca “iddialar” ifadesiyle nötr haber yapabilmiştir; nihai ceza ancak deliller eksiksiz toplandıktan sonra duyurulmuştur. Aynı yaklaşım geçmişte Tim Donaghy skandalında da görülmüştü: FBI aylarca bilgi sızdırmamış, NBA hakemi kamuoyuna ancak federal iddianame hazır olduğunda açıklanmış ve lig yönetimi süreç boyunca masumiyet karinesini ihlal etmeyen özenli bir tutum sergilemiştir. ABD’de bir spor kuruluşunun soruşturma tamamlanmadan suçlayıcı açıklama yapması “Usuli süreç ihlali” olarak kabul edilir ve hem lig hem medya kuruluşları milyonlarca dolarlık tazminat davalarıyla karşılaşabilir. Bu nedenle NBA, Premier League ve diğer uluslararası spor kurumları, masumiyet karinesini yalnızca teorik bir hak olarak değil, yönetim süreçlerinin temel yapı taşı olarak uygular. Buna karşılık Türkiye’deki son süreçte soruşturmanın gizliliğinin korunamaması, erken teşhir, medyanın yönlendirici dili ve kurumların yargı kararı olmadan suçluluk algısı yaratması, hukukun ve spor yönetişiminin uluslararası standartlardan ne kadar uzak kaldığını açık biçimde göstermiştir.

 

Öncelikle belirtmek isterim ki basına yansıyan iddialar ve savunmalar üzerine gündemdeki durumları ele alacağım. Savcılığın Türk futbolundaki bahis operasyonunu soruşturmaya çok daha önce başladığı ve bunu gizlilikle yürüttüğü ardından TFF Başkanı İbrahim Hacıosmanoğlu’nun yaptığı açıklamalarla Türk medyasının ve halkının bu durumu öğrendiği gözler önündedir. Bu süreçte en fazla göz önünde olan şahıslardan biri hakem Zorbay Küçük olmuştur. Zaten hali hazırda hakemlere duyulan bir güvensizlik varken bir de bahis skandalıyla bu güven yerle bir olmuştur. Ancak Zorbay Küçük yaptığı basın açıklamasında bahis hesaplarının kendine ait olmadığını, para transferi yapılan banka hesaplarının da kendine ait olmadığını, TC kimlik numarasının çalındığını ve kullanılan telefon numarasının da ona ait olmadığını belirtmiştir. Aynı şekilde Beşiktaş kaptanı Necip Uysal ve Ersin Destanoğlu da benzer açıklamalarda bulunmuşlardır. Bu insanlar sürekli medyanın karşısında olan, yaptıkları meslek sebebiyle ahlaki olarak güven duyulan ve bununla geçimlerini sağlayan insanlardır. Bu demek oluyor ki onlar üzerine atılan herhangi bir iddianın etkisi normal bir vatandaşa göre çok daha büyük olmaktadır. Bu insanlar, özellikle hakemler, bu noktadan sonra aklansa bile bu güven sarsılacağı için artık verdiği her yanlış kararda “bahis yapmış” veya bir kaleci için yediği her kötü golde “bahisçi” damgası ile eleştirilmeleri çok olasıdır. Fakat bu insanların önünde hem sporculuk mesleği olarak uzun yıllar hem belki de sonrasında futbol yorumcusu olarak bir kariyer vardır. Masumiyet karinesi ilkesinin çiğnenmesiyle artık bu insanların geçmişe nazaran böyle bir kariyer yapmaları çok daha zordur. Bu insanlar bu ilkeyi ihlal eden kurum ve kuruluşlara maddi ve manevi tazminat davası açarak “Bakın benim kariyerim daha uzundu sizin itamlarınızla zedelendi veya ben bundan sonra da bir yorumculuk kariyeri düşünüyordum ancak siz ismimi lekelediniz.” şeklinde bir tazminat davası sürecinde bulunmaları çok olası ve doğaldır. 

 

Sonuç olarak, TFF’nin yürüttüğü soruşturmanın ilk aşamasında yaşananlar; isimlerin erken teşhir edilmesi, kamuoyu yönlendirmeleri ve sürecin medya üzerinden şekillenmesi, hem Türk hukukunun açık hükümleriyle hem de uluslararası hukuk standartlarıyla ciddi biçimde çelişmektedir. İngiltere’de Contempt of Court Act ve Defamation Act gibi düzenlemeler, ABD’de ise 5th ve 14th Amendments ile Yüksek Mahkeme içtihadının sağladığı koruma sayesinde soruşturmalar gizlilik içinde yürütülürken; Türkiye’de medya baskısı, kamuoyu algısı ve kurumsal iletişim hataları nedeniyle masumiyet karinesi kağıt üzerinde kalmış, pratikte ise büyük ölçüde ihlal edilmiştir. Bu durum yalnızca hukuki bir sorun değil, aynı zamanda sporcuların, hakemlerin ve teknik personelin meslek hayatlarını doğrudan etkileyecek bir sosyal travmaya dönüşmüştür. Zira kamuoyunda “bahisçi”, “şikeci” gibi yaftalar bir kez yapıştıktan sonra, kişi ileride aklansa bile bu damganın yaşamsal ve mesleki etkileri kolayca silinmemektedir. Bu nedenle hem TFF hem de ilgili devlet kurumları için yapılması gereken, süreci hukuk devletinin temel ilkeleri çerçevesinde yeniden ele almak, soruşturma gizliliğini titizlikle sağlamak ve uluslararası örneklerde olduğu gibi şüphelilerin haklarını koruyan, delile dayalı, şeffaf ama aynı zamanda itibar güvenliğini merkeze alan bir prosedür oluşturmaktır. Aksi hâlde bugün yaşanan hak ihlalleri, yarın milyonlarca liralık tazminat davaları, telafisi mümkün olmayan kariyer kayıpları ve Türk futbolunda zaten zedelenmiş olan güven duygusunun tamamen çökmesi gibi ağır sonuçlar doğuracaktır.

 

 
Güzelliğini Kaybeden Oyun: Bahis Operasyonları Futbolu Nasıl Etkiledi?

141125cakmakcover

 

Dr.  Gökhan Çakmak - 14 Kasım 2025 Futbol, yıllardır “güzel oyun” olarak anılır. Çünkü içinde heyecanı, mücadeleyi, adaleti ve rekabeti barındırır. Taraftarın tutkusu, oyuncunun emeği, hakemin otoritesi ve yöneticinin vizyonu bir araya geldiğinde sporun gerçek ruhu ortaya çıkar. Ancak son dönemlerde Türkiye’de yaşanan gelişmeler bu ruhu zedeleyen bir tabloyla bizi karşı karşıya bıraktı. Türkiye Futbol Federasyonu’nun hakemlerle başlayıp futbolcularla devam eden bahis oynayanlar listesi paylaşımları futbolun en temel değerlerinin nasıl alt üst edildiğini acı bir şekilde gözler önüne serdi.

TFF’nin son zamanlarda açıkladığı listeler aslında buzdağının görünen kısmı gibi. Çünkü bahis sektörünün futbola sızması yalnızca kazanç arayan belirli kişilerin değil sistemin farklı noktalarında görev alan birçok aktörün içine dahil olduğu bir ağın varlığını düşündürüyor. Hakemin yönetimi, futbolcunun performansı, yöneticinin transfer kararı, hepsinin üzerine şüphe bulutları çökmesi futbolun sadece sahada değil zihinlerde de güzel oyun vasfını kaybetmesine neden oluyor.

Bahis oyunları uzun süredir futbolun üzerinde dolaşan bir kara gölge gibiydi. Ancak bu gölge artık karanlığa dönüşmüş durumda. Saha içinde verilen her karar, kaçan her gol, yapılan her hata artık doğal bir oyunun parçası olarak görülmüyor; “acaba?” sorusuyla karşılanıyor. Taraftarın inancı sarsılıyor, hakeme duyulan güven azalıyor, sporcu emeği lekeleniyor. Üstelik futbolun rekabet ruhu yerini finansal manipülasyonların soğuk gerçekliğine bırakıyor. Maçlarda hakemlere yönelik olarak yapılmaya başlanan “bahis yapsana” tezahüratları da bu durumu derinleştiriyor.

Bugün geldiğimiz noktada güzel oyun kavramını sorgular hâle geldik. Fair-Play’in yerini manipülasyonların aldığı, rekabetin finansal çıkarlarla gölgelendiği, taraftarın tutkuyla izlediği maçların bile şaibe ihtimalinin gölgesinde kaldığı bir düzen halen güzel olabilir mi? Halen futbol için güzel oyun kavramı geçerli olabilir mi?

TFF’nin açıkladığı listeler bu açıdan önemli bir dönüm noktasıdır. Çünkü temizlik ancak kirin kabul edilmesiyle başlar. Lakin burada sorulması gereken asıl soru sorumluların bedel ödemesinin ötesinde futbolun itibarının nasıl yeniden inşa edileceğidir. Yeni denetim mekanizmaları mı kurulacak, hakemlik sistemi mi değişecek, yoksa futbolun yönetim yapısı mı baştan aşağı yenilenecek? Cevap ne olursa olsun tek bir gerçek var: Güveni kaybettiğiniz yerde güzel oyundan söz edemezsiniz.

Futbol, milyonların ortak duygusu ve en temiz eğlence kaynaklarından biri olma sorumluluğunu taşıyor. Eğer bu sorumluluk bir kez daha unutulursa ve bahis operasyonlarının ortaya çıkardığı kirli ilişkiler temizlenmezse güzelliğini sonsuza dek kaybedebilir.

Kısacası, güzel oyun artık pek de güzel değil…

 

 

 
Taraftar Deneyimine Göre Spor Stadyumlarının Sıralamasında Dünyanın En İyisi Manchester City'nin Stadı Etihad

 12.11.2025StadiumResim1

Futbolekonomi- 12 Kasım 2025 Bu sezon kaç stadyuma gideceksiniz? Taraftarların en çok keyif aldığı stadyumları sizler için derledik.

Devamını oku...
 
İnternet Üzerinden Sporu Takip, Sporcunun Hayran Kitlesi Üzerindeki Etkisini Azaltıyor mu?

1-Fan-Engagement

Futbolekonomi- 11 Kasım 2025  Sosyal medyanın yaşamımızda giderek fazla yer kapması, zaman içinde bazı tüketim kalıplarımızın da değişmesine yol açtı. 

Devamını oku...
 
Diğer Makaleler...
Sayfa 1 / 74

futbolekonomihakkimizdabanner2

esitsizliktanitim

aksartbmmraporbanner

Yazarlarımızın Son Yazıları

Doç. Dr. Kutlu Merih
Doç. Dr. Kutlu Merih
Doç. Dr. Deniz Gökçe
Doç. Dr. Deniz Gökçe
Prof. Dr. Sebahattin Devecioğlu
Prof. Dr. Sebahattin Devecioğlu
Murat  Başaran
Murat Başaran
Mete İkiz
Mete İkiz
Hüseyin Özkök
Hüseyin Özkök
Ömer Gürsoy
Ömer Gürsoy
Neville Wells
Neville Wells
Kenan Başaran
Kenan Başaran
Prof. Dr. Ahmet Talimciler
Prof. Dr. Ahmet Talimciler
Prof. Dr. Lale Orta
Prof. Dr. Lale Orta
Müslüm Gülhan
Müslüm Gülhan
Tuğrul Akşar
Tuğrul Akşar
Av. Hüseyin Alpay Köse
Av. Hüseyin Alpay Köse
Doç. Dr. Recep Cengiz
Doç. Dr. Recep Cengiz
Dr. Ahmet Güvener
Dr. Ahmet Güvener
Av. Arman Özdemir
Av. Arman Özdemir
Dr. Tolga Genç
Dr. Tolga Genç
Tayfun Öneş
Tayfun Öneş
Dr. Bora Yargıç
Dr. Bora Yargıç
Alp Ulagay
Alp Ulagay
Dr. Sema Tuğçe Dikici
Dr. Sema Tuğçe Dikici
Prof. Dr. Fuat Tanhan
Prof. Dr. Fuat Tanhan
Prof. Dr. Turgay Biçer
Prof. Dr. Turgay Biçer

Kimler Sitede

Şu anda 1094 konuk çevrimiçi

İstatistikler

İçerik Tıklama Görünümü : 55263416

raporlaranas

kitaplar aksar

1

futbol ekonomi bulten

fesamlogobanner

ekosporlogo


Futbolun ekonomisi, mali, hukuksal ve yönetsel kısmına ilişkin varsa makalelerinizi bize gönderin, sizin imzanızla yayınlayalım.

Yazılarınızı info@futbolekonomi.com adresine gönderebilirsiniz. 

 

futbolekonomisosyal2

 

sosyal1