Futbol ve televizyon bağı: Simbiyoz beslenme
Bizi Takip Edin Futbol ekonomisi facebookta futbol ekonomisi twitterde
x
Hata
  • JUser::_load: Unable to load user with id: 62
Buradasınız >> Ana Sayfa Haberler & Makaleler Genel Diğer Yazarlar Futbol ve televizyon bağı: Simbiyoz beslenme

Futbol ve televizyon bağı: Simbiyoz beslenme

M. Bilal Arık 1

bilal_arik

Öz: Niteliksel tarihsel tasarım olarak hazırlanan bu makale 50’li yıllarda tohumları

atılan, 90’lı yıllarla birlikte futbolun endüstrileşmesine ve futbol ile televizyon

izlemenin yaygınlaşmasına yol açan televizyon ile futbol arasındaki ilişkiyi ve bu

ilişkinin doğasını sorgulamak amacıyla yazıldı.

 

 

Bu amaçla öncelikle endüstriyel  futtbolun oluşumunda televizyonun rolü ele alındı.

Futbolun televizyona olan etkileri ve ardından esas sorunsalımız olan, televizyon futbolu nasıl etkiliyor sorusunun yanıtı arandı.

 

Çalışmanın temel argümanına göre, futbol endüstrisi medyayı besleyen ve

medyadan beslenen bir karaktere sahiptir, ve televizyon oyunun daha iyi bir

televizyon ürünü haline dönüşebilmesi için futbolu ve futbolun aktörlerini kendi

gerçekliğine uyumlandırmıştır.

Anahtar Kelimeler: Futbol, televizyon ürünü, medya, futbol endüstrisi

Football and television connection: Symbiotic nourishment

Abstract: This article was designed as a qualitative research in order to question the

relationship between football, and television that started expanding slowly in the ‘50s

and helped football to become an industry in the ‘90s and caused spread of television

exposure. In the article, firstly, the role of television in the formation of “industrial

football” was presented. Secondly, the effect of football on television was presented,

followed by, the discussion on the nature of television’s effect on football. It was

argued that football industry has a character that feeds the media and is feeded by the

media, and with the aim of making more profit by the game, the television industry

reconstructs football according to its own rationality, and also in order to make

football a better television product, the television industry harmonizes football and all

the actors of football to its own reality.

Keywords: Football, television product, media, industry of football

1 Doç. Dr., Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi; e-posta: Bu e-Posta adresi istek dışı postalardan korunmaktadır, görüntülüyebilmek için JavaScript etkinleştirilmelidir

Makale

Futbol ve televizyon bağı

198

GİRİŞ

Amerikalı toplumbilimci Wright Mills Toplumbilimsel Düşün isimli,

sosyal bilim felsefesinin en önemli eserlerinden biri olan kitabında tarih

bilincinin sosyal bilimdeki önemine vurgu yapar ve şöyle bir saptamada

bulunur (2000:235): “Günümüzün sorunları toplumsal incelemelerin

belkemiğinin tarih olduğunu kavramadan ve böyle bir kavrayışa denk düşecek

bir uygulama çizgisi izlemeden ifade bile olunamazlar. Sosyal bilimciler,

günümüzde temel bakış açılarını oluşturması gereken sorunların hangileri

olduğunu ifade etmek için tarihten mutlaka yararlanmak zorundadır.” Tarihi

bilmek bugünü doğru yorumlayabilme adına araştırmacılara son derece

önemli katkı sağlar. Bu bağlamda, medya ve spor arasındaki ilişkiye tarihsel

açıdan baktığımızda, futbolda doğal olarak algıladığımız, üzerine detaylı bir

şekilde düşünmediğimiz ve koşulsuzca kabullendiğimiz pek çok olgunun,

tarihin bir noktasında televizyonla girdiği ortaklık ilişkisinin ardından birileri

tarafından, birileri lehine organize edildiğini görmekteyiz. Futbol ve

televizyonun yolarının kesişmesiyle birlikte oyun, ekonomik anlamda, ciddi

oranda zenginleşmiştir; fakat derinlikli bir bakış, medyanın ardındaki

endüstrinin bu birliktelikten, gerekirse oyunu manipüle etme pahasına çok

daha önemli kazanımlara ulaştığını göstermektedir. Medya, endüstriyel

yapının örgütlü endüstriyel bir parçasıdır; bu nedenle diğer yapılarla çıkar

ilişkisi içindedir. Bu yüzden futbolla medya arasında kurulabilecek bir ilişkide

kullanma ve kullanılmanın güç ilişkisinin doğasına göre şekillenen dinamik

bir süreç olması kaçınılmazdır.

Futbol ve televizyon ilişkisi, başta İngiltere’de olmak üzere spor

sosyologlarının, işletmecilerin, ekonomistlerin ve iletişimcilerin özellikle 90’lı

yıllardan itibaren önem verdiği konulardan biridir. Burada iki türlü yönelim

söz konusudur. Birinci yönelim, bu birlikteliğin ekonomik getirilerine

odaklanan yönetimsel bir bakıştır. Bu açıdan bu birliktelik son derece

rasyonel, olumlu bir ilişkidir ve işbirliğinin gelişmesi adına eş deyişle,

endüstrinin daha fazla kazanması adına neler yapılabilir sorusunun yanıt

bulması bu yönelimin temel argümanıdır (Dobson, 2001; Schaaf, 1995;

Gratton, 2005; Kern, 2000). İkinci yönelim ise konuya sadece ekonomik

kazanımlar penceresinden değil, geçmişte halkın ortak bir paylaşım zemini

olan futbolun, endüstrileşmeyle birlikte, özünden yitirdikleri ekseninden

M. Bilal Arık

199

bakmakta ve bu açıdan futbol-televizyon ilişkisini temelde “olumsuz” olarak

tanımlamaktadır (Arık, 2004; Kıvanç, 2001; Zeytinoğlu, 2002; Klose, 2001;

Talimciler, 2005; Talimciler, 2003; Gökalp, 2005; Boniface, 2007). Bu bakış

açısını taşıyan akademisyenler, futbola endüstriyel gücünü veren televizyon

ile futbol arasında neredeyse bir “işçi-işveren” ilişkisi kurulduğunun ve

futbolun hareket sınırlarının artık televizyon tarafından belirlediğinin

kaygısını taşımaktadır. Bu makale, ikinci tür yönelimin bakış açısına göre

şekillenmiştir; bu amaçla futbolun televizyonla girdiği ortaklık ilişkisinde

kazandıklarından çok kaybettiklerine odaklanmakta ve endüstrinin oyunu

ticari bir etkinlik haline dönüştürmesinin sonuçlarıyla ilgilenmektedir.

Televizyonun futbolu, “televizyon futbolu”na dönüştürerek âdeta kendisi

ile varolabilir bir gerçekliğe büründürmesi, televizyonun modern dünyadaki

işlevini ve endüstriyel yapılardaki güç ilişkilerini göz önünde

bulundurduğumuzda son derece anlaşılırdır. Özellikle de 80’li yıllardan

itibaren televizyon kuruluşları, gerek ulusal gerekse de uluslararası düzeyde

“holdingleşmişler” ve kamusal “görevlerini” geri plana atarak, temel

önceliklerini “her ne pahasına olursa olsun, kârı maksimize etmek” olarak

belirlemişlerdir. Sistem içinde futbola düşen “görev” de, televizyon

kuruluşlarına reklam verenlere “sunulmak” üzere “izleyici” sağlamak ve

oyundan mümkün olduğunca faydalanmalarına izin vermektir. Futbolun

televizyona taşınmasıyla birlikte kendini medyadan geçerek bir “yeniden

üretim” sürecinin nesnesi olarak bulması ve geleneksel yapısının “karı

maksimize” etmeyi amaçlamış televizyon şirketleri tarafından tehdit edilmesi,

endüstrinin doğası ve medya yöneticilerinin maddi çıkarı bağlamında

düşünüldüğünde kaçınılmaz bir sonuçtur. Endüstri medya aracılığıyla oyunu

beslemekte, yayın hakları adı altında önemli paraların futbola yönelmesini

sağlamakta ve kulüplerin en önemli gelir kalemleri artık naklen yayın gelirleri

haline gelmektedir. Diğer taraftan futbol, izlenme oranları açısından çoğu kez

medya kuruluşlarını memnun eden bir “cazibeye” sahiptir. Bu basit oyun,

televizyon şirketlerinin seyirci toplamaları ve bu seyirciyi de reklam

endüstrisine “pazarlayarak”, paraya “tahvil etmeleri”ni sağlayan “eşsiz” bir

“araç” görünümündedir. Dolayısıyla, futbolun evrensel dili ve halkla

arasındaki kopmaz bağ, kitlenin sempatisini kazanmayı hedefleyen firmalara

eşsiz bir reklam fırsatı sunmaktadır. Spor karşılaşmalarına ya da sporculara

sponsor olan firmalar, hem maçların oynanmakta olduğu stadlardaki, hem

televizyon karşısındaki seyircileri etkileyebilecek önemli bir reklam ve halkla

ilişkiler fırsatına sahip olmaktadır. Maçların televizyondan yayınlanıyor

Futbol ve televizyon bağı

200

olması reklam endüstrisinin de futbola yatırım yapmasını beraberinde

getirmekte ve futbolun ikinci büyük gelir kalemini oluşturan sponsor gelirleri

televizyonun hızlandırıcı etkisiyle oyuna dahil olmaktadır. Futbol, medyanın

etkisiyle zenginleşmekte, buna karşılık medyaya bağımlılığı pekişmekte ve

endüstrinin hegemonyası oyunun tüm hücrelerinde kendini hissettirmektedir.

Bu makale, televizyonla futbol arasındaki ilişkinin doğasını ve bu

birlikteliğin ardındaki görünmeyen ve pek tartışılmayan detaylarını

sorgulamayı amaç edinmiştir. Çalışmanın futbol ve televizyon ilişkisini

kapsamlı ve çok boyutlu bir şekilde ele almak gibi bir iddiası bulunmakta ve

bu özelliğiyle birikmiş bilgi birikimine katkı sağlayacağına inanılmaktadır. Bu

yüzden öncelikle günümüzde sonuçları çeşitli sosyal bilimciler tarafından

tartışılan endüstriyel futbolun oluşumunda televizyonun rolü tartışılacaktır.

Ardından futbolun televizyonu nasıl etkilediğini ve televizyonun bu ilişkiden

ne kazandığının açımlanmasının, tartışmanın nesnel bir bağlama oturması

açısından faydalı olacağı öngörülmüştür. Bu öngörüyle, birinci olarak

futbolun televizyona olan etkileri ele alınacaktır. Futbol, televizyon

kuruluşlarına, onlar için en değerli malzemeyi, yani izler kitleyi vaad

etmektedir. Bu bölümde, özellikle ulaşılan ampirik veriler doğrultusunda

futbol ile televizyon arasındaki “çıkar birlikteliği” ve televizyonun

kazanımları konusu incelenecektir. Çoğu futbol tartışmasında görmezden

gelinen, “futbolun televizyona olan etkileri” ana hatları ile tartışıldıktan sonra

“televizyon futbolu nasıl etkiliyor” sorusunun yanıtı aranacaktır. Futbolun en

önemli gelir kaynağı olan televizyon, futbolla kurduğu ortaklık ilişkisinde

“parayı veren taraf” olarak, oyunu kendi öncelikleri doğrultusunda yeniden

yapılandırmanın çabası içindedir. “Kâr mantığı”yla yönetilen televizyon

şirketleri, aynı mantığı futbolla kurduğu ortaklık ilişkisine de yansıtmakta ve

kendi kurallarını pasif konumdaki futbola dayatmaktadırlar. Televizyonun

futbola olan etkisinin çeşitli örnekler üzerinden tartışılması ve futbolun bu

işbirliğinden neler kazandığının, neler kaybettiğinin ayrıntılarıyla ele alınması

çalışmamızın sınırlılıklarını belirlemektedir.

YÖNTEM

Futbol ve televizyon arasındaki ilişki ve bu ilişkinin doğası üzerinde duran

bu makale, sosyal bilimlerin farklı disiplinlerinden faydalanarak oluşturulmuş,

disiplinler arası niteliksel bir incelemedir. Futbolu toplumsal yaşamda

“doğru” yerde konumlandırmak, ancak onun hangi sosyal pratikleri harekete

M. Bilal Arık

201

geçirdiğini, hangi sosyal gereksinimlerden kaynaklandığını ve hangi

ekonomik ilişkilerin merkezinde yer aldığını anlayabilmekle mümkündür. Bu

amaçla tartışılması ve irdelenmesi gerektiğine inanılan “tüm” olgulara,

çalışmanın izin verdiği ölçüler doğrultusunda değinilecek ve bütüncül bir

bakışın oluşmasında elde edilen “ampirik” ve “teorik” verilerden

faydalanılacaktır.

ANALİZ VE DEĞERLENDİRME

Endüstriyel futbolun oluşumunda televizyonun katkısı

Futbol endüstrisi, yıllar boyunca bazı stratejik ve sistemli adımların

atılması sonucunda meydana gelmiştir. Bu bağlamda, profesyonelliğin kabul

edilmesi, büyük stadyumların inşa edilmesi, iktidarların oyuna yönelik ilgisi,

futbolun ulus devletlerin simgelerinden birine dönüşmesi, futbolla bağlantılı

olan yeni endüstrilerin gelişmesi (bahis, spor malzemelerinin popülerleşmesi,

gazetelerin ve radyoların tirajlarının artması, vs.) gibi birçok faktör oyunun

ekonomik değerinin yükselmesinin nedenleri arasında sayılabilir. Fakat,

oyuna esas endüstriyel gücünü veren gelişme 50’li yıllarda tohumları atılan

televizyonla girdiği “ortaklık ilişkisidir.” Ellias Cashmore’un (1994:131)

“eğer cennetten çıkma bir evlilik varsa, bu hiç kuşkusuz televizyon ve spor

arasında olurdu. Her birinin ticari başarısı bir diğerinin de doğrudan başarısına

yol açmıştır” tanımlamasıyla ifade ettiği gibi, televizyonun devreye

girmesiyle futbolun endüstriyel değeri olağanüstü yükselmiş, aynı zamanda

oyuna eklemlenen diğer ticari aktivitelerin sayıları artış göstererek, global

ölçekte, değeri milyarlarca dolarla ifade edilen “güçlü” bir endüstri haline

gelmesine neden olmuştur. Yiğiter Uluğ’un da işaret ettiği gibi,

“futbol en büyük mabetlerine, koltuk sayısı yüzbinleri bulan stadlara

50’lilerde kavuştu, ama o dönemde ‘endüstriyel’ bir işkolundan söz

etmek, böyle bir tanıma uygun koşulların hazır olduğunu öne sürmek

mümkün değildi. Bugün ağızlara pelesenk olan ‘endüstriyel futbol’,

aslında varlığını çok büyük ölçüde televizyona borçludur (Yolaç,

2002: 101).”

Bugün oyunun “şahdamarı” konumundaki reklam verenlerin ve sponsor

firmaların oyuna yönelik ilgisinin en önemli nedeni, oyunun televizyon

aracılığıyla stadyumların çok ötesinde milyonlarca evde aynı anda

seyredilmesi ve oyunun tüm aktörlerinin televizyonlarda sürekli olarak yer

almasıdır. “Bir çok reklamveren firma için eğer spor karşılaşması

Futbol ve televizyon bağı

202

televizyondan yayınlanmıyorsa, sponsor olmak için de herhangi bir neden

bulunmamaktadır” (Barnett, 1990: 181) . Televizyon ve futbol ilişkisi, artık

önü alınamaz ve vazgeçilemez bir kapitalist birlikteliktir; bu birliktelik

öylesine birbirini bütünlemektedir ki, modern dünyada televizyonsuz bir

futbolun “olabilirliliği” artık neredeyse olanaksız hale gelmiştir. Joan

Coakley’in ifadesiyle (2001:357),

“Futbol medyadan önce de toplumsal yaşamda yeri olan, sosyal bir

olguydu; insanların spor yapmaları ve karşılaşmalar için medyaya

doğrudan ihtiyaçları bulunmamaktaydı. Ancak sporun ticari boyutunu

ve endüstriyel değerini düşündüğümüz zaman kabul etmek

durumundayız ki; televizyon olmadan endüstriyel futbol olmaz.”

Özellikle 1980 sonrasında yaşanan bazı köklü değişimler, futbol ile

televizyonu birbirine daha da yaklaştırmıştır. 70’lerin sonunda tüm dünyada

yaşanan ve “post-fordizm” olarak adlandırılan köklü değişimin ardından,

global pazarlama stratejilerinin yörüngesinde yapılanan medya kuruluşları

uluslararası etkinliklerini ve hareket kabiliyetlerini son derece arttırmıştır.

Neo-liberal politikaların yerleşmesinde yaşamsal bir rol oynayan ve tüm

yapılanmasını da kârın maksimize edilmesi yönünde yeniden tanımlayan

medya kuruluşları, bu dönemde ellerindeki her malzemeyi kazançlarını

çoğaltacak bir meta olarak ele almışlar ve bu amaç doğrultusunda bir aktarım

sürecine tabi tutmuşlardır. Futbol da, bir anda kendini bu “gösteri düzeninin”

önemli ve kâr getirebilir “araçlarından” biri olarak bulmuştur. Başlangıçta,

halkın “haber alma hakkı” doğrultusunda, “beyaz cam”a taşınan futbol

karşılaşmalarının naklen yayınının, süreç içerisinde medya şirketlerine ciddi

açılımlar sağlayacak bir meta olduğu farkedilmiş ve ilişkinin boyutlarında

ciddi bir değişim gözlemlenmiştir. Emre Zeytinoğlu bu süreci şöyle

tanımlamaktadır (2002: 10): “50’li yıllarda futbol, televizyonun yayılmasına

yardımcı olmuş ve televizyona para kazandırmıştır. 60’lı ve 70’li yıllarda ise

futbol ve televizyon birbirinden kâr ettikleri yıllar olmuştur. 70’li yıllardan

günümüze değin gerçekleşen üçüncü aşama ise yeni ‘medyatik futbol

dünyası’ yaratma sürecini kapsamaktadır.” Bu yeni, medyatik futbol dünyası,

tamamen oyun üzerinde egemenlik kuran piyasa güçlerinin ticari çıkarları

doğrultusunda yapılandırılmakta; izleyici oranını ve halkın futbola harcadığı

paranın miktarını yükseltmek “esas” amaç haline gelmektedir. Post-fordist

dönemin “ideolojik” giysisi, futbola da giydirilmiş ve futbol kısa sürede

özellikle oyuna para yatırmak isteyen kitleler için farklı alternatifler sunan bir

“yatırım aracı”na dönüşmüştür. Fordist dönemin katı ve geleneksel

M. Bilal Arık

203

taraftarının yerini, lüks localarda ikamet eden ve sahip oldukları zenginliği

gösterişli bir şekilde “gösteren” elitler, klasik stadyum yapılanmalarının

yerlerini “hipermarket stadyumlar”, “mahallenin şık ağabeyleri” (Dilek, 2001)

olan futbolcuların yerlerini, televizyon yıldızları ve nihayet evinde ailesi ile

televizyondan canlı futbol karşılaşmasını izleyen televizyon seyircisinin yerini

de oyunu seyretmek için “ayrıca” para ödeyen görece varlıklı ekranbaşı

izleyicileri almıştır. Amerikan merkezli, yeni “yaşam kültürü” kısa sürede

futbolu ve futbolun tüm aktörlerini ciddi oranda değişime uğratmış, hatta bu

değişimden “televizyon futbolu” da nasibini almış ve eldeki “canlı

karşılaşma” malzemesinin mümkün olduğunca kapitalize edilmesi

öncelenmiştir. Futbol, özellikle 90’lı yılların başından itibaren ‘sınır

tanımayan televizyon’ projesinin en işlevsel araçlarından biri olarak

görülmüş, bu sayede oyuna yapılan maddi yatırım olağanüstü artış göstermiş,

buna karşılık futbolun medyaya bağımlılığı geri dönüş yolları tıkanırcasına

pekişmiştir.

Televizyonun futboldan kazanımları

Futbol öncelikle televizyon için en önemli hedef olan izlenme oranları

bakımından neredeyse rakipsiz bir “televizyon programı” görünümündedir.

Günümüzde televizyonculuk, diğer kitle iletişim araçlarına kıyasla, paraya ve

reklama son derece bağımlı bir endüstridir. Bu yüzden mümkün olduğunca

çok izleyiciye ulaşmak ve kitlesel beğeniye sahip programları şirket

bünyesinde istihdam edebilmek ve bu sayede reklam veren firmalar için doğru

bir yatırım aracı olmak televizyon işletmeciliğin vazgeçilmez

prensiplerindendir. Futbol, televizyon şirketlerinin, seyirci toplamalarını ve bu

seyirciyi de reklam endüstrisine “pazarlayarak”, paraya “tahvil etmeleri”ni

sağlayan “eşsiz” bir “araç” görünümündedir. Spor olayları çoğu zaman

yüksek izlenme oranlarına ulaşmakta, bu yüksek izlenirlilik medya

organizasyonlarının işletme rasyonalitesi adına da son derece olumlu bir

“yatırımı” işaret etmekteir. Micheal Real’e göre, “insanlık tarihinde aynı anda

tek bir faaliyetle uğraşmak üzere bir araya gelen ve en fazla sayıda insan

kalabalığı, olimpiyat oyunlarını ve Dünya Kupası’nı izleyen televizyon

izleyicileridir” (Rowe, 1996: 253). Bu bağlamda televizyonların en değerli

reklam kuşakları Dünya Kupaları ve Olimpiyatlar esnasında oluşmaktadır.

Özellikle Dünya Kupaları’nda seyirci oranı çok yüksek düzeylere ulaşabilir;

sözgelimi “1998 Dünya Kupası Arjantin-İngiltere maçı 23.8 milyon kişiyle,

Futbol ve televizyon bağı

204

İngiltere tarihinin en yüksek seyirci oranını yayıncı kuruluşa pazarlama

olanağı sunmuştur” (Boyle ve Haynes, 2000: 69).

Uluslararası Futbol Federasyonları Birliği (FIFA)’nın resmi verilerine

göre (2004), 2002 Dünya Kupası, toplam 213 ülkeye ulaşmış ve turnuva

boyunca yaklaşık 41 bin 100 saatlik yayın gerçekleştirilmiştir. Bu rakam 1990

yılında sadece 87 ülke ile sınırlıydı. En son 1998 Dünya Kupası’ndaki,

rakamlarla karşılaştırıldığında bu durum yaklaşık yüzde 38’lik bir yükselişe

tekabül etmektedir. Bu dönemde Dünya Kupası’nı seyreden toplam izleyici

sayısı 49.2 milyar kişiye ulaştı. Aynı şekilde turnuva boyunca birçok maç,

özellikle de Brezilya-İngiltere maçı ve Brezilya-Almanya finali tüm dünya

genelinde en çok seyredilen karşılaşmalar oldu. Yayın saatlerinin özellikle

Avrupa ülkelerinin prime-time’ına göre ayarlanmamasına rağmen, her

karşılaşmayı ortalama 352.6 milyon kişi televizyon karşısından seyretti.

Futbolun kitlesel gücü, bu gücü elinde bulunduran yayıncı kuruluşlara

eşsiz bir reklam ve pazarlama fırsatı sunmaktadır. Türkiye’deki “futbol ilgisi”

de dünyadaki örneklerinden pek farklı değildir. 2002 Dünya Kupası’nda,

Türkiye ile Brezilya’nın oynadığı yarı final maçı, karşılaşmayı naklen

yayınlayan TRT’ye “Türk televizyon tarihinin en yüksek izlenme oranını

getirmiştir” (Radikal, 2002). Maç sırasında izleyicilerin yüzde 82.2’si

vakitlerini TRT ekranının karşısına geçmişlerdir. Dünya Kupası’ndaki bütün

Türkiye maçlarının yüzde 70’in hayli üzerinde seyredildiğini gözönünde

bulundurursak, futbol ile kitle arasındaki ilişki biçimi, bu rakamlarla daha da

anlaşılır olmaktadır. “2002 Dünya Kupası’nın yayın hakkını 10 milyon dolara

satın alan TRT, Kupa sonunda 15 milyon gelir elde ettiğini açıklamıştır. Aynı

şekilde 2002 Dünya Kupası sırasında Türkiye’de TV alıcısı ve uydu anteni

gibi elektronik ekipman satışları patlamış ve yaklaşık 75 milyon dolarlık bir

satış rakamına ulaşmıştır. 2008 Dünya Kupası için beklenen satış hacmi ise

100 milyon dolardır”(Akşar, 2008). Televizyon futbolun endüstriyel değerine

“olağanüstü” bir katma değer eklemiştir; fakat gözden kaçırılmaması gereken

önemli bir nokta da, futbolun televizyonlar için en değerli malzemeyi, yani

“izlenme oranını” medya kuruluşlarına, hem de büyük bir başarıyla

sağladığıdır.

Futbolun televizyona yönelik ikinci etkisi, program çeşitliliği

sağlamasıdır. Futbolun demografik açıdan rakipsiz olması ve varlığının hem

izleyiciler için hem de medyanın ardındaki en önemli güç olan reklam

endüstrisi için kaçırılmaz bir fırsat olarak görülmesi; süreç içerisinde futbolun

ekranlarda kapladığı yerin çoğalmasına ve hatta futbol konulu pek çok uzman

M. Bilal Arık

205

televizyonun kurulmasına neden olmuştur. Futbol programlarının çok

seyredilmesi bu alana dönük yatırımların çoğalmasına yol açmıştır; bu

birliktelik herkes için kârlı bir yatırım aracı olarak görülmektedir. Havas

Advertising Sports’un Başkanı Laurent Thıelue’ya göre “spora harcanan para,

asla fazla sayılmaz” (Authier, 2002: 13). Televizyon ve reklamverenler

arasındaki bu “mutlu” birlikteliğin “sağlayıcısı” durumundaki futbolun,

televizyonlarda kapladığı yer bu yüzden gitgide genişleme eğilimindedir.

Spor programcılığının yaygınlaşması ve bu programların televizyonlarda

yer bulabilmeleri, aynı zamanda kendi dışındaki birçok sektörü de destekleyen

bir ekonomik oluşumu işaret eder. McLun De Fleur ve Everette E. Dennis’e

göre (2002:280),

Spor medyayı tamamen kaplar; gazetelerde, pay TV’lerde, ulusal ve

uluslar arası açık kanallarda vb., hakim program türü -hem zaman

hem de çeşitlilik olarak- spordur; ama spora esas gücünü veren

televizyon şirketlerinin reklam gelirlerine olan katkısıdır. Bu yüzden

gazetelerin genelde yüzde 20’si ve hafta sonu TV programlarının

yüzde 25’i spora ayrılmaktadır.

Bu konuda İngiltere’de yapılmış olan bir araştırmanın sonuçları son

derece ilgi çekicidir. Leicester Üniversitesi, Spor Sosyolojisi bölümü

tarafından yaptırılan “İngiltere’deki Futbol Televizyonculuğu” (2002) isimli

çalışmaya göre, İngiltere’de sadece hafta sonları futbol programlarına ayrılan

toplam süre 4 bin 275 dakikadır; eş deyişle cumartesi ve pazar günleri

televizyonlarda yaklaşık 71 saat futbol yayını yapılmaktadır. Tecimsel

televizyonların artmasıyla birlikte, futbol programlarının sayısında ve

televizyonda kapladıkları yer oranında ciddi bir artış meydana gelmiştir.

Günümüzde, hemen hemen her ülkede, neredeyse her televizyon kanalı

futbola geniş yer ayırmakta, futbol sadece maç günleri ya da ertesinde değil,

neredeyse haftanın 7 günü kendine ekranlarda boy gösterebilmektedir. 2008

yılında Türkiye’de Fenerbahçe, Galatasaray, Beşiktaş kanallarının yanı sıra

sadece spor konulu Lig TV, NTV Spor, Süper Sport, D-Spor, vb. pek çok spor

konulu uzman televizyon bulunmaktadır. Tüm bu kanallarda 24 saat boyunca

başta futbol olmak üzere spor yayını yapılmaktadır. Ayrıca özellikle haber

kanallarında da (NTV; CNN Türk, Sky Türk, Kanal 24 ve HaberTürk, vb)

futbola bilhassa haftasonları geniş yer ayrılmakta, gerek naklen maç yayınları

ve gerekse de spor-tartışma programları aracılığıyla futbol ekranlarda sıklıkla

kendine yer bulabilmektedir.

Futbol ve televizyon bağı

206

Futbolun televizyona olan etkisinin en somut olarak görülebildiği

alanlardan bir diğeri de, ancak futbol karşılaşmalarının, naklen yayınlarıyla

çıkış olanağı bulabilen, başlangıçta kablolu olarak başlayan, ardından şifreli

ve nihayet de dijital olarak adlandırılan “paralı” televizyonculuğa olan

etkisidir. Digital/şifreli yayıncılığın temeli, seyredilen her kanal ya da

program için, izleyenlerin ayrı bir ödeme yapması prensibine dayanır. Paralı

yayıncılıkta izleyici sadece reklamcılara pazarlanan pasif bir kütle değil,

“gereksinimlerini” karşılayan televizyon şirketlerine doğrudan ve açıktan

ayrıca ödeme yapmayı göze alan aktif ve bilinçli tüketici konumundadır.

Dijital veya şifreli yayıncılığa, izleyicinin doğrudan ödeme yapabilmesi, bu

kanalların ancak kendilerinde bulunabilen ve izleyiciyi ücret ödemeye ikna

edecek “özel” programları istihdam edebilme koşuluna bağlıdır. Bu mübadele

ilişkisi aynı zamanda pahalı bir medya organizasyonunu ve yatırımını da

gerekli kılmaktadır; çünkü izleyici televizyona para vermeden de bir dolu

program seyredebilme olanağına sahiptir. İşte tam bu noktada spor

karşılaşmalarının, özellikle de naklen yayınlanacak spor karşılaşmalarının

önemi daha da belirginleşmektedir. Kitlelerin açıktan “para ödemeye değer”

buldukları spor karşılaşmaları, bütün dünyada digital veya şifreli yayıncılığın

çıkış nedenlerinin başında gelmektedir. İlk paralı televizyon (pay per view)

yayıncılığının 1980 yılında bir spor karşılaşması ile başlaması da bu açıdan

şaşırtıcı değildir. “Sugar Roy Leonard ile Robert Dion arasındaki profesyonel

boks karşılaşmasını 170 bin Amerikalı, 15 dolar vererek televizyonlarından

seyretmişlerdir” (Cashmore, 1994: 185). Olimpique Marsilya’nın başkanı

Robert Louis-Dreyfus’a göre, dijital yayıncılık yapan büyük iletişim

gruplarının futbola yönelik ilgisinin temel gerekçesi şudur: “Ödemeli

televizyon kanallarına abone çeken üç şey var sadece: Futbol, sinema ve

porno. Eğer bu mesleğin içindeyseniz, bu üç taraktan en azından ikisinde

beziniz olması gerek ” (Authier, 2002: 26).

Dijital/şifreli yayıncılık ile birlikte geçmişte ulusal açık kanallardan

bedava seyredilen bazı maçlar, bu programlar sayesinde bu kez para ödenerek

seyredilmek zorunda kalınmıştır. Böylelikle 80’li yıllarla birlikte sürece

damgasını vuran, televizyonculuğu “karın maksimizasyonu” için bir araç

olarak gören çok uluslu endüstriyel oluşumlar için futbol, ilgili holdinglerin

hedeflerine ulaşmada stratejik öneme sahip, işlevsel bir “ürün” haline

gelmiştir. Bu süreç aynı zamanda futbolun daha da popülerleşmesine ve

zenginleşmesine olanak sağlamıştır. Futbol kulüplerinin paralı

televizyonlardan sağladıkları gelir, açık kanalların teklif edebildiği rakamların

M. Bilal Arık

207

çok üzerinde seyretmektedir. Aynı şekilde yayın hakkına sahip olan

televizyon şirketlerinden sağlanan gelirler de futbol kulüplerinin oyuncu

kalitelerinin ve kitleler nezdindeki çekiciliklerin artmasına doğrudan katkıda

bulunmaktadır. Futbolsuz paralı yayıncılığın başarıya ulaşması neredeyse

olanaklı değildir; Rupert Murdoch’un da dediği gibi “futbol yayın haklarını

eline geçiren, şifreli televizyon savaşını kazanır ” (Authier, 2002: 29).

Christian Authier de, Fransa bağlamında futbolun paralı yayıncılık yapan

medya kurumlarına olan katkısını şu sözlerle dile getirmektedir:

Canal Plus’ın elinde çekici futbol ürünü bulunmasa, televizyon

kanallarını neredeyse bedava bir kamu hizmeti olarak görmeye

alışmış milyonlarca Fransızı paralı televizyon devrine nasıl ikna

edebilirdi? Şifreli kanalın başarısı, Avrupa’daki diğer tüm televizyon

kanalları gibi, meşin yuvarlağa dayanmaktadır. Seyretmek için para

ödemek gerektiği düşüncesi ve görüntülerin özelleştirilmesine

yönelik genel kabul, neredeyse hiçbir direnişle karşılaşmadan, hızla

ve kitlesel bir biçimde ağır bastı. Futbolcuların kramponlu öncü

güçleri olmasa ne kablolu yayına, ne de uydu yayınına geçilirdi

(Authier, 2002: 98).

Türkiye’deki durum da dünyadaki genel manzaradan çok farklı değildir.

1994 yılında yapılan ilk “havuz ihalesi” ile, Türkiye’de maçlar parasız

kanallardan, şifreli kanallara taşınmıştır. O tarihten günümüze, bütün ihaleleri

şifreli veya dijital kanallar (Cine 5, TeleOn, Digitürk) kazanmış; futbol adı

geçen medya kuruluşlarının kurumsallaşmalarında ve kurulmalarında -elbette

sinema ve porno ile birlikte- son derece belirleyici bir rol oynamıştır. Türkiye

1. Futbol Ligi’nin naklen yayın ihalelerini kazanmadan paralı yayıncılık

yapan kurumların ne kurulabilmeleri ne de abonelerini çoğaltabilmeleri

olanaklıdır. Nitekim, maçların yayın hakkının yitirilmesinin ardından Cine 5

ciddi bir darboğaza girmiş, TeleOn ise kapanmak zorunda kalmıştır. Digitürk

yoğun rekabet ortamına Lig TV ile direnebilmekte, ama naklen yayın ihalesini

kaybedilirse çok büyük olasılıkla “Türkiye’nin digital platformu” olma

özelliğini yitirecek gibi görülmektedir. Zaten bu yüzden D-Smart kulüplerle

gizli-açık anlaşmalar yaparak naklen yayın hakkına sahip olmak istemektedir.

Futbolu ele geçiremediği sürece de bu projenin yaşayamayacağının

farkındadır ve elindeki medya gücünü kullanarak naklen yayın ihalesini alma

yolunda ciddi çaba sarf etmektedir. Özetle futbol, tüm dünyada ve Türkiye’de

dijital televizyonculuk gibi ciddi bir oluşumun merkezinde yer almakta ve

televizyon kuruluşları ile paralı izleyiciler arasındaki “esas” bağı oluşturarak

medya kuruluşları için yaşamsal bir fonksiyonu yerine getirmektedir.

Futbol ve televizyon bağı

208

Futbol, aynı zamanda medya kuruluşlarına güç ve prestij vaat eden bir

etmen görünümündedir. Günümüzde televizyon ve spor arasındaki ilişkinin

boyutları geliştikçe, bu birlikteliğe, daha önce düşünülemeyen bazı yeni

halkalar eklendiği görülmektedir. Artık büyük medya organizasyonları, dijital

yayıncılığa milyonlarca dolarlar yatırmakla yetinmemekte, aynı zamanda

doğrudan kulüpleri -ya da altın yumurtlayan tavukları- satın almak ya da

hissedarları olma yoluna gitmektedirler. Bütün dünyada yaygın bir şekilde

gözlemlenen bu oluşum, televizyon ile futbol arasındaki ilişkinin sadece “kitle

iletişimi” ile açıklanamayacak olan boyutlarının varlığını işaret etmektedir.

Televizyon şirketleri kendileri için son derece değerli olan futbol “madeninin”

sınırlarına daha fazla hakim olabilme adına, kulüplerle sahiplik ilişkisine

girmekte, böylelikle de ilgili kulüplerin atacakları stratejik adımlarında daha

fazla söz sahibi olmayı amaçlamaktadırlar.

Leicester Üniversitesi’ne bağlı bulunan Sir Norman Chester Futbol

Araştırma Merkezi’nin 2002 yılında yaptığı bir araştırmaya göre, Fransız

Kanal Plus, Paris Saint German ve İsviçre’nin Servette kulübünün sahibidir.

İtalyan, Mediaset Grubu, Milan ve Monza futbol kulüplerinin ve İnternational

Management Grubu da, Racing Club Strasbourg’un sahipliğini yapmaktadır.

Amerika’da da News Cooparation Grubu, LA Dodgers beyzbol, New York

Knicks basketbol ve New York Rangers buz hokeyi takımlarının, Time

Warner Grubu da, Atlanta Braves beyzbol, Atlanta Hawks basketbol ve

Thrashers buz hokeyi takımlarının sahibidir. Aynı şekilde Disney Grubu da,

Anaheim Angels ve Chicago Cubs beyzbol ve Mighty Ducks buz hokeyi

takımlarına ve Cablevision Grubu da New York Yankees beyzbol takımlarına

sahiplik yapmaktadır. Türkiye’de de Uzan, Bilgin ve Doğan grupları zaman

zaman bazı futbol kulüpleriyle sahiplik ilişkisine girmişler, ancak ülkenin

içinde bulunduğu ekonomik kriz ortamından dolayı, tüm projeler başarısızlığa

uğramıştır. Futbolun televizyona olan etkisi sadece sahiplik düzeyiyle sınırlı

kalmamaktadır. Bazı Medya yöneticileri, futbol takımlarının yönetim

kurullarında görev yaparak, kulüp ile televizyon şirketi arasında aracı rolü

üstlenmektedir. Böylelikle medya gruplarıyla, kulüpler arasında farklı

stratejik ortaklıklar gündeme gelmektedir. Bu bağlamda Uğur Dündar’ın

Fenerbahçe’de, Fatih Altaylı’nın Galatasaray’da, Reha Muhtar ve Birol

Güven’in Beşiktaş’ta yöneticilik yapmış olmaları, ilgili şahısların mesleki

formasyonlarını göz önünde bulundurulduğunda daha da anlamlı olmaktadır.

Spor kulüpleri ile medya arasındaki, bu “sağlıklı olmayan” yakınlaşma, hem

kamu hizmeti yapan spor gazetecilerinin, hem medya kuruluşlarının, hem de

M. Bilal Arık

209

toplumsal misyonları sadece kulüp yöneticilerine para ve güç kazandırmak

olmayan spor kulüplerinin asli fonksiyonlarının arızaya uğramasına neden

olmaktadır.

Futbolun kitlesel gücü, aynı zamanda siyasi yönlendirmeye olanak

sağlamaktadır. Bu gücü elinde tutmak isteyen medya kuruluşlarının, futbola

bu denli iştahla yaklaşmalarının ardında yatan bir diğer önemli etmen de, bu

karşılaşmalarının yayın hakkını elinde bulunduran televizyon şirketlerinin

aynı zamanda siyasi olarak da, kitleler nezdinde etkin olabilme şansını eline

geçirmeleridir. Sylvio Berlusconi ve Cem Uzan’nın ardındaki iki büyük güç,

medya ve futbol olmuştur. Berlusconi, Fininvest Medya Grubu’nu kendi

siyasal emelleri adına kullanırken, futboldan da etkin bir şekilde yararlanmayı

bilmiştir. Yine 2001 yılında Genç Parti’yi kurarak, siyasete atılan Cem Uzan

da, en büyük propagandayı, kendi kanalının (Star TV) çok yüksek izlenme

oranına sahip Şampiyonlar Ligi maçlarının devre aralarında gerçekleştirmiş ve

global ölçekte siyasi bir tanınırlılığa ulaşmıştır.

Futbolun televizyondan kazanımları

Daha öncede belirttiğimiz gibi, bugün hacmi milyar dolarlarla ifade edilen

bir futbol endüstrisinden bahsedebiliyorsak eğer, bunu oyuna ciddi oranda

yatırım yapan medyaya ve ardındaki endüstriye borçluyuz. Futbolun,

televizyon ekranlarına taşınmasıyla birlikte gitgide “özne” olma özelliğini

yitirip, bu ortaklığın “nesne”si haline gelmesi ise kapitalizmin doğası içinde

son derece anlaşılır bir sonuçtur. John Underwood’un fevkalade betimlediği

gibi, “komik olan şudur: Sporun içindekiler, aslında satın alındıkları halde,

televizyondan para kazandıklarını düşünürler” (Gümüş, 2004). Fakat bu “satın

alma” durumu, medyanın güdülediği kamuoyu gündeminde, anlaşılır

nedenlerle pek de tartışılma olanağı bulmamaktadır. Günümüzde futbol ile

televizyon arasında neredeyse bir “işçi-işveren” ilişkisi kurulmuş ve futbolun

hareket sınırları artık televizyon tarafından belirlenir olmuştur.

Andreas Klose’a göre (2001, 376), “profesyonelleşme ve kitlesel

medyatik pazarlama süreçlerine bağlı olarak, futbol ‘proleter sporu’ olmaktan

çıkmış ve bir serbest zaman eğlencesi haline getirilmiştir. Futbol bu süreçte,

toplumsal köklerinden kopmuş, ama geniş toplumsal tabakalar nezdindeki

çekiciliğini devam ettirmiştir. Futbol günümüzde, televizyon, sponsorluk ve

reklamın oluşturduğu ilişki örgüsüne yakalanmış durumdadır. Sponsorluk ve

reklam paraları olmaksızın, profesyonel sporun finansmanı artık olanaklı

değildir. Özellikle zirvedeki takımlar için seyirci gelirleri gitgide varoluşsal

Futbol ve televizyon bağı

210

anlamını yitirmektedir. Şüphesiz ki, bu gelişmeyi mümkün kılan, futbolu

reklam için ilginç hale getiren televizyonun etkisidir. Kapalı bir kamuoyu

olarak stadyumdaki topluluk açısından reklamın ilginçliği pek azdır; reklamın

asıl hedefi, ekran başındaki seyircilerdir.” Modern toplumlarda gündelik

hayatı dolayımlayan televizyon, futbolu da etkisi altına almakta ve

tahakkümünü oyunun tüm hücrelerinde hissettirmektedir. Artan rekabet

koşulları ve yükselen maliyet, oyunun paraya olan bağımlılığını arttırırken,

televizyondan kaynaklanan gelir kalemleri olmaksızın spor kulüplerinin

yaşama şansı ise son derece azalmaktadır.

Yayın gelirlerinin futbolun maddi boyutuna etkisinin “baskınlığı” bilinen

bir ekonomi gerçekliğidir. Sadece ulusal ligler düzeyinde değil, FIFA’nın

gelir kalemlerinde de yayın gelirleri en büyük dilimi oluşturmaktadır. FIFA

tarafından 6 Haziran 2004 tarihinde Zürich’te düzenlenen ve Sepp Blatter’in

de katıldığı “Medya Konferansı”nda açıklanan sayısal verilere göre, FIFA

gelirlerinin yüzde 60’ı televizyondan gelmektedir. Sponsorluk ve pazarlama

gelirlerinin yüzde 36’lık bir oranı kapsadığı belirtilen raporda, yüzde 4’lük

dilimin de diğer finansal gelir kaynaklarından geldiği bildirilmektedir.

Sponsorluk ve pazarlama gelirlerinin oluşumunda da, yine en belirleyici güç

televizyondur. Sponsorlar açısından da televizyon; spora yatırım yapılmasının

temel nedenidir. Dolayısıyla FIFA’nın gelirlerinin yüzde 96’sı medya

kaynaklıdır türünde bir çıkarımda bulunmak, son derece olanaklıdır. Bu

rakamlar göstermektedir ki, televizyon kuruluşları ile futbol arasındaki ilişki

en yukarıdan başlamakta ve kademe kademe ulusal liglere, hatta ikinci ve

üçüncü liglere değin, benzer şekilde uzanmaktadır. Durum böyle olunca

futbol ile televizyon ilişkisi, oyunun tüm aktörlerinin gönüllü olduğu bir

kapitalist gerçekliği işaret eder. Futbolu bir ürün olarak algılayan FIFA,

medya yoluyla sponsor firmalarla arasındaki ilişkiyi sağlamlaştırmakta ve

televizyon kuruluşları da bu sayede oyun üzerindeki etkinliklerini

artırmaktadırlar. Nitekim UEFA Genel Sekreteri Geehald Aigner ‘her şeyi

televizyon yönetiyor” (Authier, 2002: 22) derken televizyonun oyun

üzerindeki etkisini net bir şekilde dile getirmektedir. Hemen hemen bütün

profesyonel sporlar bir şekilde medyaya bağımlıyken, futbol gibi rekabet

ortamının çok sert ve organizasyonun da son derece pahalı olan bir spor dalı

için bu durum daha da kaçınılmaz bir gereklilik halini almaktadır.

Futbol endüstrisi hakkında 16 yıldır kapsamlı ve veriye dayalı uluslararası

çalışmaları gerçekleştiren danışmanlık şirketi Deloitte’un, İngiltere’deki Spor

İş Grubu’nun hazırladığı Mayıs 2007 tarihli “Annual Review of Football

M. Bilal Arık

211

Finance” raporuna göre, 2005-06 sezonu itibariyle Avrupa futbol piyasası

büyüklüğü 12,6 milyar Euro’ya ulaşmıştır. Avrupa liglerinin gelirlerinin

dağılımına bakıldığında, sponsorluk, yayın ve reklam gelirlerinin toplam

gelirlerin %80’ine ulaştığı, geriye kalan %20’lik kısmın ise stad gelirleri

olduğu görülmektedir. Avrupa genelinde gelirlerin dağılımında son 20 yıllık

dönemde stad gelirlerinin, toplam gelirler içerisindeki %80’ler civarındaki

ağırlığının, %20’ler seviyesine gerilemesi, futbolun geleneksel gelirlerinin

yanında giderek artan bir oranda yeni gelir kaynakları yaratarak bir endüstri

halini almasının açık bir kanıtıdır (İkiz, 2007).

Ekonomik büyüklük açısından, İngiltere dünyanın en büyük futbol pazarı

görünümündedir. 1992 yılında BSkyB medya kuruluşunun İngiltere Futbol

Federasyonu ile imzaladığı sözleşmenin ardından, İngilterenin en üst düzey

ligi olan Premier Lig’in tüm takımları değerlerini artırma fırsatı bulmuşlardır.

Sky TV’den ve diğer sponsorlardan sağlanan “sıcak para” bir anda ligin

kalitesini yükseltmiş ve dünyanın en başarılı futbolcularının İngiliz Ligi’ni

tercih etmelerine neden olmuştur. Futbolun yükselen kalitesi, tribün gelirlerini

de canlandırmış ve zenginleşen kulüpler adım adım stadyumlarını daha

işlevsel hale getirmenin yollarını araştırmışlardır (Lee, 1998: 36). Bu başarı

öyküsünün esas aktörü ve sürecin hızlandırıcısı şüphesiz ki Murdoch’un Sky

televizyonu olmuştur. Premier lige 4 buçuk yıllığına 674 milyon paund

yatıran Murdoch, bu hamlesiyle Sky’ın “İngiliz liginin gelmiş geçmiş en

önemli oyuncusu olmasını sağlamıştır” (Edge, 1997: 229).

Türkiye’de de kulüplerin en büyük gelir kaynağı yayıncı kuruluştan

sağlanan naklen yayın gelirleridir. Hatta Türk kulüplerin, diğer gelir

kalemlerinin yeteri kadar tatminkar olmadıkları göz önünde

bulundurulduğunda, “havuz ihalesinin” gelen yayın gelirlerinin önemi daha da

belirginleşmektedir. “Eşitsiz” dağılıma rağmen, özellikle de 3 büyük kulüp

dışındaki takımlar açısından, “havuz ihalesi” yoluyla Futbol

Federasyonu’ndan gelen sıcak para, bu kulüpler adına yaşamsal öneme

sahiptir. Alanın en önemli ekonomistlerinden Tuğrul Akşar’ın yaptığı bir

araştırmaya göre (2007); “2006-2007 sezonunda Türkiyedeki kulüplerin

toplam geliri, 472 milyon dolardır. Bu paranın yüzde 30’luk bölümü (139

milyon dolar) yayın haklarından gelmektedir. Tirübün gelirlerinin yüzde

13’lük yer tutabildiği bu tabloda, daha önce de tartıştığımız gibi televizyon

kaynaklı diğer gelirler (sponsorluk, saha içi reklam, isim hakkı satışı ve diğer

gelirler) toplam gelir portföyünü tamamlayan diğer unsurlar olarak göze

çarpmaktadır.”

Futbol ve televizyon bağı

212

Diğer gelir kalemlerinin oluşumunda televizyonun hızlandırıcı gücü

gözden kaçmamalıdır. Nasıl İngiltere’de SKY Premier Lig’in esas oyuncusu

ise, Türkiye’de de parayı veren “Digütürk” futbolun “esas” patronudur.

Televizyon reklamlarında kulüplere yaptığı ödemeler ile ilgili olarak, âdeta

“ligi ihya ettiği” ve “kulüplere yaşam suyu verdiği” gibi bir “dil”i tercih eden

Digütürk, bu yorumunda, serbest piyasa koşullarında çok da haksız

sayılmamalıdır. Bu bağlamda 2004 yılında yapılan ve yine Digitürk’ün

kazandığı ihaleye mağdur oldukları nedeniyle itiraz edip, ortak bir basın

açıklaması hazırlayan Kulüpler Birliği’ne Digitürk’ün yanıtı hayli manidar

olmuştur:

Digitürk olarak, liglerin başlamasına çok kısa süre kalmasına ve

dekoder ile üyelik satışlarının sağlıklı yapılamayacağı bilinmesine

karşın futbolun kaosa sürüklenmemesi ve 3,5 yıldır yaptığımız

hizmetin bir devamı olarak, büyük bir fedakarlık göstererek 2 taksit

tutarını, sözleşme tarihinden itibaren 1 ay içinde ödüyoruz. Türk

futbolu için yaptığımız bu yatırımlar karşısında, böyle bir basın

açıklamasıyla karşı karşıya kalmak bizleri şaşırtmış ve üzmüştür

(Akşam, 2004).

Görüldüğü gibi Digitürk futbola yaptığı yatırımı fedakârlık ve hizmet

olarak nitelendirmekte ve bu basit mübadele sürecinde varlığının daha çok

takdir edilmesini beklemektedir. Gerçekten de Digitürk bir bakıma haklıdır,

havuz ihalesinin başladığı 1995 yılından itibaren Birinci Lig’deki tüm

kulüpler havuzdan pay almaya başlamışlar ve bu sayede hem altyapı

yatırımlarına, hem de uluslararası düzeyde önemli transferlere kaynak

aktarabilmişlerdir. Ligin kalitesinin de yıldan yıla artış gösteren naklen yayın

gelirleriyle, önemli ölçüde yükseldiği bilinmektedir; ama tabii tüm bunları

Digitürk’ün “fedâkarlık” amacıyla yapmadığı da açıktır.

Televizyonun, futbola ikinci önemli etkisi, oyunun hareket sınırlarının

artık medya tarafından belirlenmesidir. Kulüplerin en büyük gelir kaynağı

televizyon gelirleri olunca, futbol üzerinde en büyük söz hakkına televizyon

şirketlerinin sahip olması ve bu haklarını diledikleri gibi kullanmaları

kapitalist piyasa koşullarında beklenen bir sonuçtur. Medya profesyonelleri

gitgide oyunun üzerindeki yönlendiriciliklerini artırmakta ve sistemin

işleyişindeki “öncelikli” söz hakkı kulüplerden, televizyon şirketlerine

geçmektedir. Günümüz koşullarında televizyon, oyunun bir aktarıcısı olma

rolünün çok ötesinde âdeta oyunun yönlendiricisi haline gelmiştir. Televizyon

kuruluşları için futbol, bir “spor” değil, değerlendirilmesi gereken bir araçtır.

Bu yüzden bu malzemenin olabildiğince “verimli” bir şekilde paketlenerek

M. Bilal Arık

213

sunulması, futbolun özgül değerinin hak ettiği saygıdan çok daha önceliklidir.

“Son zamanlarda medya endüstrisi, sporu yeniden tanımlama veya

şekillendirme adına kulüplerle karşılaştırıldığında çok daha etkin bir güce

sahiptir. Yayını gerçekleştiren profesyonellerin oyun içerisindeki

belirleyicilikleri sporun doğasını tehdit edecek düzeye gelmiştir” (Kinkema ve

Haris, 1998: 16). Öyle ki, naklen yayın anlaşmalarında sorun çıktığı zaman -

İtalya’da olduğu gibi- ligler ertelenmekte ya da yayıncı kuruluştan kendi

üzerlerine düşen yüzde 5’lik hakkı istedikleri için, İngiltere’deki Profesyonel

Futbolcular Birliği üyeleri, televizyon yöneticileri tarafından değil, kulüp

başkanları (Leeds United’ın başkanı Peter Ridsdale) tarafından

azarlanmaktadır: “Futbolcular asıl gelirlerini nereden kazandıklarını çok iyi

düşünmeliler. Gelirlerin çoğu televizyondan geliyor; eğer futbolcular Ligi

boykot etmeye kalkarlarsa, biz de onlara yaptığımız ödemeleri durdururuz

(Gümüş, 2001).” Görüldüğü gibi, bu “kaçınılmaz işbirliği”nin, “esas oğlanı”

televizyondur; futbol bu süreçte anlam ve misyonunu, televizyon şirketlerinin

çıkarları doğrultusunda yeniden tanımlamak zorunda kalmakta ve oyun

neredeyse televizyon için varolan bir yapıya doğru hızla evrilmektedir.

Eduardo Galeono futbolseverler tarafından epik bir şahaser olarak tanınan

Gölgede ve Güneşte Futbol kitabında televizyonun futbola müdahalesini şöyle

betimlemektedir (1998: 208):

1986 Meksika ve 1994 ABD ve 2002 Japonya-Kore Dünya Kupası

turnuvalarında maçlar futbolcuları perişan eden öğle sıcağında

oynanmıştır. Çünkü maçlar ancak o saatte oynanabilirse, en büyük

para kaynağı olan Avrupa’nın “prime time”ında seyredilebilme

olanağına kavuşabilecektir. 1986 Dünya Kupası’nda Alman Kaleci

Harald Schumacher sıcaktan ne hale geldiğini şu sözlerle

açıklamaktadır: ‘Devamlı terliyorum, boğazım kuruyor. Çimenler de

kuru bir tezeğe benziyor: sert, tuhaf ve düşmanca. Güneş ışınları

stada dik olarak düşüyor ve kafamızda parçalanıyor. Gölge bile

vermiyoruz. Televizyon için bunun daha iyi olduğunu söylüyorlar.’

Yayın hakkının satışı, oyunun kalitesinden ve sporcu sağlığından

daha mı önemliydi? Futbolcuların görevi koşmaktı, konuşmak değil

ve Havalenge devreye girerek tartışmaya şu sözüyle son vermiştir:

‘Çenelerini kapatıp oynamaya baksınlar!’.

Görüldüğü gibi, futbolun tüm aktörleri, oyunun kurallarının, maç

saatlerinin ve günlerinin medyanın takvimine göre düzenlenmesini

kabullenmekte, hatta çoğu zaman “kraldan daha kralcı” davranmaktadırlar.

Burada gözden kaçırılmaması gereken nokta şudur: Medya kâr etmek için

vardır; spor da bu bağlamda eğlence endüstrisinin en değerli ticari

Futbol ve televizyon bağı

214

ürünlerinden biridir. Bu yüzden spor programları izleyiciler ve sponsorların

ilgisini çekebilmek için mümkün olan en verimli şekilde paketlenerek

sunulmaktadır. FIFA’nın da futbola bir “ürün” olarak ele alması ve paranın

sıcak yüzünün sahaya dahil olması, oyunu televizyon dünyasının herhangi bir

ürününe dönüştürmüştür. Hatta Fox Medya Kuruluşları Başkanı Peter

Chernin’in kelimelere döktüğü gibi, “Spor, filmler, haberler, kitaplar gibi

televizyon eğlencesinin pek çok global dilinden sadece biridir ” (Aktaran:

Kıvanç, 2001:63). Görüldüğü üzere futbol, bu ilişki sürecinde, televizyonun

gerektiği gibi “eğip bükebildiği” ve “özsel” varlığına saygı göstermediği bir

“nesne” konumuna indirgenmiştir.

Medyanın oyun üzerindeki belirleyiciliğinin artmasıyla birlikte futbol,

halka ait bir sosyal olgu olma misyonunu terk ederek, âdeta medyadaki iktidar

seçkinlerinin üzerinden para kazandığı bir “araç” haline getirilmiştir.

İngiltere’de maçların hangi gün ve hangi saatte oynanacağına yayıncı

kuruluşlar karar vermektedir. Hatta bu yüzden zaman zaman kulüplerle Futbol

Federasyonu arasında çatışma çıkmakta, bazı kulüpler Avrupa Kupası

maçlarının hemen 2 gün ardından, yayıncı kuruluş öyle istediği için bir başka

deplasmanda oynamak zorunda kalmaktadır. Aynı şekilde maçların klasik

cumartesi-pazar mesailerinin dışında cuma ve pazartesiye sarkmalarının

ardında da yayıncı kuruluşların “gösteri”nin süresini daha geniş zamana

yaymak istemeleri yatmaktadır. Bu yoğun mesai bazı futbolcuların

bünyelerinin zarar görmesine ve sakatlanmalarına neden olmaktadır. 2008

yılında Liverpol Kaptanı Steve Gerard 18 günde 6 maç oynayarak aslında

endüstriyel futbolda oyuncuların ne kadar zorlu bir görev yüklendiğini

göstermiştir. 6 defa üst üste 3 günde 1 maç oynamak zorunda kalan oyuncular

“şovun devam etmesi” gerçeğine çoğu zaman itaat etmek zorunda

kalmaktadır. Futbolcular her ne kadar, zaman zaman “biz köle değiliz” deseler

de, endüstri için daha fazla maç, daha çok kazanç anlamına geldiği için maç

sayısının azaltılması gündeme pek gelmemekte, aksine yeni turnuvalar ve yeni

düzenlemelerle hem ligler hem de uluslararası kupalar daha çok karşılaşmaya

sahne olmaktadır. Nitekim geçmişte de tartışmaların yoğunlaştığı bir dönemde

SKY TV’nin Spor Direktörü John Bromley, kendilerine yöneltilen eleştirileri

şöyle cevaplamıştır: “Biz İngiliz Futboluyla tarihinin en yüksek rakamlı

kontratını imzaladık. Bu yüzden oyuna bazı ‘yeni’ kuralların dahil edilmesi

son derece normaldir ” (Barnett, 1990: 138).

Türkiye’de de durum İngiltere’den pek farklı değildir. Avrupa

Kupaları’na katılan kulüpler zaman zaman İngiltere’deki gibi fikstür

M. Bilal Arık

215

düzenlemelerine itiraz etmekte, ama genelde son sözü hep yayıncı kuruluş

söylemektedir. Geçmişte Birinci Lig karşılaşmaları sadece cumartesi ve

bilhassa pazar günleri oynanırken, artık cuma günleri de, hatta nadiren

pazartesi günleri de takvime dahil edilmiştir. Türkiye Kupası formatı değişmiş

ve büyük kulüplerin ilk turlarda elenmelerinin önüne geçilerek, gösterinin

süresi uzatılmıştır. Artık Pendikspor’un Fenerbahçe’yi, İnegölspor’un

Beşiktaş’ı, Vanspor’un da Galatasaray’ı Türkiye Kupası’nın dışına itebilmesi

pek olanak dahilinde değildir. Hatta söylenti düzeyinde de olsa, ligdeki

rekabetsizliğin dekoder satışlarını düşürdüğü gerekçesiyle, yayıncı

kuruluşların daha rekabetçi bir lig istedikleri ve zaman zaman maç

sonuçlarına etki yapabildikleri bile kamuoyu gündeminde tartışılmıştır.

Televizyonun futbola yönelik etkisinin en görünür olduğu yerlerden biri,

maçların ve turnuvaların endüstri ve medya adına en verimli şekilde organize

edilmesidir. Bu bağlamda özellikle uluslararası büyük turnuvalar (Dünya

Kupası, Avrupa Şampiyonası, Şampiyonlar Ligi, UEFA Kupası, vs.) âdeta bir

televizyon prodüksiyonu olarak ele alınmakta ve televizyonların

rasyonalitesine en uygun kurallar katılımcılara (takımlar, oyuncular,

seyirciler, hakemler, vs.) dayatılmaktadır. Bu bağlamda özellikle Şampiyonlar

Ligi, futbol-televizyon ilişkisinde gerçek bir dönüm noktasıdır. Şampiyonlar

Ligi’nin kuruluş felsefesi son derece basittir; rekabeti daha geniş bir zaman

dilimine yayarak televizyon ve reklam gelirlerini artırmak. Başlangıçta sadece

4 takımlı, iki gruptan oluşan Şampiyonlar Ligi’nde ibre gitgide güçlü

ekonomileri olan ülkelerin lehine işlemiş, katılımcı sayısı yıldan yıla artış

göstererek 2002-2003 sezonunda -ön elemeler hariç- 32’ye dek ulaşmıştır.

Galatasaray, Şampiyon Kulüpler Kupası’nda 1989 yılında sadece 3 ülkenin,

“şampiyonlarını” eleyerek yarı finale kadar ulaşmıştı. Oysa ki günümüz

Şampiyonlar Ligi’nde bu “performans” –katılınabilirse- sadece birinci gruptan

çıkma anlamına gelmektedir. Her ülkenin sadece bir temsilciyle katıldığı ve

iki maçlı eleme turlarına dayalı eski formül, endüstri açısından belli

“kayıpları” içerdiğinden tarihin tozlu raflarına terk edilmiştir. Bu arada spor

etiğine uygun olmayan gelişmeler de ekonomik rasyonalite bağlamında sürece

eklenmiştir. Adı “Şampiyonlar Ligi” olan bu kupaya, Avrupa’nın

şampiyonları değil, ülke puanı yüksek liglerin (İtalya, İngiltere, İspanya,

Almanya, vs.) ikincileri, üçüncüler hatta dördüncüleri bile katılabilir hale

gelmiştir. Bu durum, çeşitli absürdlüklere de yol açmıyor değildir; sözgelimi

2003-2004 Şampiyonlar Ligi’nin yarı finalinde oynayan 4 takımdan (Porto,

Monaco, Deportivo, Chelsea) sadece Porto, kendi liginde bir önceki sezon

Futbol ve televizyon bağı

216

şampiyonluğu kazanmıştır. 2008 yılında ise daha önce İspanyolların yaptığını

bu kez İngilizler yapmışlar ve yarı finalde oynayan 4 takımın 3’ü İngiliz

takımlarından oluşmuştur. Sistemin güçlüden yana işlemesine bariz bir örnek

olan bu sonuç, aynı zamanda Avrupa’nın “Şampiyonlar Ligi”nin nasıl bir

yerel turnuvaya dönüştüğünü göstermesi açısından da son derece önemlidir.

Televizyon ve reklam endüstrisi, bu organizasyonun gerçek hakimidir.

Her şey âdeta bir televizyon şovu formatında hazırlanır. Maçlar, Avrupa için

“prime time” olan Türkiye saatiyle 21.45’te başlar. Şampiyonlar Ligi’nin tüm

ülkelerdeki yayıncı kuruluşlara dayatılan çekim kalitesi, dünyanın en estetize

edilmiş maç görüntüsü anlamına gelmektedir. Gerçekten de sıradan bir

Şampiyonlar Ligi maçı, Dünya ve Avrupa Kupası maçlarından bile daha

“estetiktir”; çünkü ekrana gelecek tüm görüntüler, UEFA’nın pazarlama

kuruluşu TEAM tarafından belli bir biçimlendirme sürecine tabi kılınmıştır.

Kamera sayıları, kamera açıları, tekrar gösterimlerde logolu top ile geçiş

yapılması, zoom yapılan oyuncunun ekranda kalış süresi, ekrana yanısıyan

istatistiklerin görünümü, seyircilerin tribünde oturma yerleri, seyircinin hangi

açılardan çekileceği ve ekranda kaç saniye kalacağı ve yayına giriş ve çıkış

saatleri bile belli standartlara bağlanmıştır. Tüm bu karışık sistemde hiçbir

arıza olmaması, ekrana yansıyan “gösteri” kalitesinin artmasına neden

olmaktadır. Ligin resmi logosu, tüm çekimlerde, yorumcu ve spikerlerde ve

hatta stadyumun çimlerinde bile yer almaktadır. Teknik adamlar ve

futbolcular mutlaka maçtan bir gün önce ve hemen ardından, sponsor

logolarının bulunduğu basın odasında demeç vermek “zorundadır.” Tüm bu

teknik özellikleriyle Şampiyonlar Ligi, televizyon ve futbol birlikteliği adına

dünyanın en etkili organizasyonudur. Hollandalı Gazeteci Ted Van Leeuven’e

göre UEFA ve TEAM maçların TV’den nasıl görüneceği konusuyla son

derece ilgilidirler ve maçları tamamen bir televizyon prodüksiyonu gibi ele

alırlar. Stadyumların yayın için uygun olup olmadığı, seyircilerin nerelere

oturacakları, kameraların nasıl yerleşeceği, bilet satış standartları ve hangi

ülkede maçları hangi kanalın vereceği kararını bu kurum verir. Bu yayınlarda

herkes şampiyonlar liginin logosunu taşımak zorundadır; bu logo toplardan,

sahanın köşelerine kadar her yerde kendini gösterir. Kısacası Şampiyonlar

Ligi’yle birlikte özel bir dünya yaratılır. Bu dünya sponsor ve TV’nin

oluşturduğu bir işbirliğinin en ileri noktasını işaret eder (Sudgen ve Tomlison,

1998: 98).

Televizyonun oyuna yönelik bir diğer etkisi de, futbolun aktörlerini kendi

gerçekliğine uyumlandırmasıdır. Futbolun, bir televizyon ürününe

M. Bilal Arık

217

dönüşmesiyle birlikte, oyunun aktörleri kendi varoluşlarını televizyonun

çizdiği sınırlar yörüngesinde yeniden tanımlamak durumunda kalmışlardır.

Kulüpler artık şov dünyasına üretim yapan prodüksiyon şirketleri, uluslararası

karşılaşmalar da global medya kuruluşlarının ticari stratejilerinin bir parçası

haline gelmişlerdir. Oyuncular da bu süreçte -Beckham örneğinde görüldüğü

gibi- birer televizyon yıldızı haline dönüşmüşler, hatta televizyon için uygun

figürler olmayan teknik adamlar bile -Şenol Güneş gibi, Emile Jacquet gibi;

iyi giyinemedikleri, iyi demeç veremedikleri, taşra kökenli olmaları, kısacası

iyi malzeme olmadıkları için- ağır bir şekilde eleştirilerek televizyona

“uygun” hale gelmeye zorlanmışlardır. Hatta hakemlerin bile, bu “show

business”a karşı sorumlu oldukları zaman zaman kulüp yöneticileri tarafından

dile getirilmiştir. Emre Zeytinoğlu (2003), bu vahim anı şöyle dile

getirmektedir:

25 Şubat 2003 tarihinde ATV’de yayınlanan Bizim Stadyum

programında, Fenerbahçe Asbaşkanı Murat Özaydınlı; kulüp

sponsorlarının, maçlara girmek için bilet parası veren taraftarların,

kongre üyelerinin vs. bir iş ortağı sayıldığını ve bunların kulüpten

mutlak başarı beklediğini söylüyor. Ardından da ekliyor: ‘Bir yan

hakem ya da orta hakem, eğer yanlış bir karar ile benim başarımı

engelliyorsa, bunu kabul edemeyiz. Çünkü artık futbol bir ‘showbusiness’

hâline gelmiştir.’ Futbolun ‘show’ olduğu zaten yinelenip

duran bir şeydi ama; ‘show’ alanı içinde yer alan hakemin -hakem

‘show’ yapmaz ama, yine de o alanın içindedir-, ‘business’

yöneticilerine karşı sorumluluğu hiç dile getirilmemişti doğrusu.

Maçların naklen yayını ve ardından da spor programlarında tekrar

gösterilerek en küçük ayrıntılarına kadar masaya yatırılması, medyanın oyun

üzerindeki tahakkümünün maçın ardından da devam etmesine olanak

sağlamaktadır. Asli görevleri, hakemi değerlendirmek olan Erman Toroğlu ve

Ahmet Çakar gibi hakem yorumcularının gölgeleri âdeta sahada dolaşmakta

ve hakem kararlarından rahatsız olan futbolcular, zaman zaman bu iktidar

makamlarına sığınarak, hakem yorumcularından “adalet” beklemektedirler.

Oynanan oyunun televizyon ekranlarında yeniden oynanması, atılan golün

ofsayt olup olmadığının, faulün aslında öbür oyuncu tarafından mı

yapıldığının ve kırmızı kartın haklılığının hesabı, akşam ekranda yeniden

sorulur. Maçlar aslında çoğu zaman 90. dakikada bitmez, hakem yorumcuların

maçın ardından verdikleri “fetvalarının” ardından sonuçlanır. Sahada adalet

sağlaması gereken hakemler, sadece federasyon ve gözlemcilerinin denetimi

altında değillerdir, televizyoncuların da düpedüz yoğun baskısı altında işlerini

Futbol ve televizyon bağı

218

yapmaya gayret ederler. Oyunun doğallığı ve bütünlüğü medya tarafından

tehdit edilir ve futbolun tüm aktörleri ciddi bir parçalanma yaşar:

“Futbol, futbolcunun oynadığı değil, kendisini oynarken seyrettiği bir

“şey” olmuştur. Gerçeklik yer değiştirmeğe yüz tutar. Sahadaki ve

televizyondaki futbolun, birbirlerinden sürekli etkilendiğini ve

birbirlerini değiştirdiklerini düşündüğümüzde, sahadaki ve

televizyondaki futbolcunun da bu karşılıklı etkileşimi yaşadığı ortaya

çıkar ” (Zeytinoğlu, 2002).

Günümüz televizyon ortamında futbolcu sadece, futbolcu değildir; aynı

zamanda her hareketi ve her mimiği defalarca izlenebilecek, hatta

irdelenebilecek bir televizyon aktörüdür. Bu yüzden bir televizyon yıldızı

gibi, her hareketini kontrol altında tutmalı ve kameraya “frikik” vermeme

konusunda dikkatli olmalıdır. Futbol sahası, tiyatro bile değil, neredeyse her

saniyesi tasarlanmış bir televizyon stüdyosuna dönüştürülmüştür. Maçlar 90

dakika sonunda bitmemekte, televizyon ilgiyi toplayabilmek için karşılaşmayı

kitleleri en çok cezbedebilecek bir formatta yeniden, yeniden üretmektedir.

Oyunun içinde olan birçok durum, futbolcuları “televizyon kameraları

tarafından yakalanabilirim” korkusuyla tedirgin etmekte, hatta artık

futbolcular ve hakemler kameralara yakalanmamak için ağızlarını elleriyle

kapatarak birbirleriyle diyalog kurmaya çalışmaktadır. Televizyondan

sağlanan popülerliğin bedelini futbolcular televizyonun, istediği yerde ve

biçimde konumlanarak ödemektedirler. Karşılaşmalar hangi ruh hali içinde

biterse bitsin, ya da oyuncular o an ne hissederse hissetsin, televizyon

kameralarına itaat etmeye mecburdurlar. Oyuncuların, “oyunun gerçek sahibi

olan” kameraları reddetme gibi bir lüksleri bulunmamaktadır. Futbol artık

show bussiness’tır ve bu şovun gerçek hakimi de televizyondur. Televizyon,

futbolu kitlelere yansıtan bir araç olmanın çok ötesinde, mevcudiyetini bütün

olabilirlikleriyle hissettiren ve verdiğinin karşılığını oyundan sonuna kadar

isteyen, oyunun sahipliğine talip bir “iktidar mercii” görünümündedir.

Sadece kulüp yöneticileri, futbolcular, taraftarlar ve hakemler değildir,

televizyonun rasyonalitesine uymak zorunda olan; futbol stadyumları da,

televizyonların öncelikleri doğrultusunda yeniden yapılandırılmaktadırlar. Bu

amaçla stadyumların ışıklandırılması, öncelikle televizyon şirketlerinin

çıkarları doğrultusunda yaşama geçirilmiş bir uygulamadır. Böylelikle elde

edilen ürünün kalitesi yükselerek televizyon için daha uygun hale

getirilmektedir. Stadyumların ışıklandırılmasının ardından maçlar gündüz

M. Bilal Arık

219

saatlerinden gece saatlerine alınmış ve televizyonların en önemli zaman dilimi

olan prime-time’da yayınlanma olanağına kavuşarak, sadece yayın saati

değiştirilerek “aynı” üründen elde edilen karın arttırılması sağlanmıştır. Gece

maçları ayrıca, ekrana gelen görüntünün kalitesini de önemli oranda

yükseltmektedir.

Televizyon futbolu sadece yönlendirmekle kalmaz; onu ekrana taşırken

“medya profesyonellerinin” elinde, sahadaki oyundan bambaşka bir kimliğe

dönüştürür. Futbol da televizyondaki her program türü gibi -haberler,

reklamlar, hatta hava durumu vs.- eğlenceli ve dramatik öğeleri baskın olacak

şekilde yeniden üretilmektedir. Andreas Klose’un da belirttiği gibi,

“televizyon futbolu aktarırken onun varolan gerçekliğini ‘televizyon futbolu’

haline dönüştürmüştür. Hedef, televizyonun ayrılmaz ilkeleri olan eğlence,

gerilim ve dramatikliğin mükemmel uyumlanmasıdır ” (Klose, 2001: 215)

Televizyon, sahada oynanan oyunu, televizyon prodüksiyonuna

dönüştürürken, oyunun “aslı”nda olmayan pek çok öğeyi, bu prodüksiyona

ekleyerek, eldeki ürünün cazibesini artırma çabası içindedir. Heyecanlı

spikerler, usta yorumcular, istatiksel veriler, zamanın ve görüntünün ustalıkla

manipülasyonu, dramatik, eğlenceli ve aksiyonel parçaların da bütüne

eklenmesiyle birlikte maçlar sahadaki görüntüsünün çok ötesinde, bir

televizyon prodüksiyonu haline getirilir. Bu bağlamda televizyon futbolunun

medyanın manüpile ettiği değil, neredeyse imal ettiği bir televizyon gerçekliği

olduğunu ileri sürmek pek yanlış olmayacaktır.

Televizyon evreninin egemen söylemi, televizyon futbolunda da varlığını

hissettirmekte, gerçek, medya profosyonellerinin elinde, ustalıkla “televizyon

gerçekliğine” dönüştürülmektedir. Naklen yayınlanan futbol karşılaşmalarında

“gerçek” temsil sürecinin sadece parçalarından bir tanesi olarak bu “iletim

sürecinde” yer almakta ve televizyon yaşamı nasıl dolayımlamaktaysa, bu

basit oyunu da kendi gerçekliği doğrultusunda yeniden üretmekte ve futbolun

algısını da ciddi oranda bozuma uğratmaktadır. Andreas Klose’nin (1998:379)

“kitlesel medyatik algılamaya alışmak sahadaki futbolun eksikli görünmesine

yol açar” tespiti, modern insanın oyundan beklentisini net bir şekilde ifade

etmektedir. Televizyon futbolu, gerçek dışı bir algılama ve bilinç düzeyi

dayatmakta ve seyirci gerçekle dolaysız ilişki kurduğu zaman karşılaştığı

“dolayımsız” futbolu kitlesel algılamaya alıştığı için sıkıcı bulabilmektedir.

Televizyon karşısında “şımartılan” seyirci, artık gerçek maçlara tahammülsüz

hale gelmekte ve stadlarda dahi televizyonun konforunu aramaktadır. Nitekim

birçok stadyumda elektronik skorbord’lardan goller ve gol anonsları dahili

Futbol ve televizyon bağı

220

ses’ten tekrarlanarak, “televizyon kültürüne” alışmış olan seyircinin “oyunun

gerçek mekânında” da beklentilerinin, bir nebze olsun karşılanmasına gayret

edilmektedir. Aynı zamanda stadyumları birer eğlence merkezi haline getirme

çabaları da -maçlardan önce konserler verilmesi, çeşitli gösterilerin tertip

edilmesi, vs.- hep oyunu daha medyatik hale getirme, ya da “gösteri”ye

alıştırılan seyirciyi, tatmin edebilmenin bir parçası olarak değerlendirilebilir.

SONUÇ

Son yıllarda akademik ve entelektüel çevrenin, üzerinden toplumsal

yapının okunabileceği bir “ayna” işlevi yükledikleri futbol, bu çalışma

ekseninde sadece kuramsal açıdan değil, aynı zamanda “pratik gerçekliği”

üzerinden çözümlenmeye çalışılmıştır. Bu bağlamda sadece “ne?” sorusunun

yanıtı değil, aynı zamanda “nasıl?” da sorgulanarak, konunun daha sağlam

temellere oturtulması ve olaylar arasındaki nedensellik bağının, “net bir

şekilde” kurulması amaçlanmıştır. Çalışma boyunca vurgulandığı gibi,

televizyonla girdiği ortaklık ilişkisinin sonunda futbol, âdeta televizyonun

yörüngesinde işlemeye mecbur edilmiş ve oyunun tüm aktörleri televizyon

evreninin bir parçasına dönüşmüştür. Şüphesiz ki, televizyonun futbolla olan

ilişkisi basit bir aktarım sürecinden ibaret değildir. Televizyon, futbolun

sınırlarına tamamıyla hakim olmak ve onun “özsel değerini” yok sayarak,

dilediğince yönlendirmenin çabası içindedir.

Medyanın oyun üzerindeki belirleyiciliğinin artmasıyla birlikte

profesyonel futbol, halka ait bir sosyal paylaşım zemini olma misyonunu

neredeyse terk ederek, âdeta medyadaki iktidar seçkinlerinin üzerinden para

kazandığı bir “araç” haline getirilmiştir. Başta FIFA olma üzere, ulusal

federasyonların ve futbol kulüplerinin en büyük gelir kaynağı yayın gelirleri

olmuş ve parayı veren süreci belirlemiştir. Tüm bunların sonunda futbol ve

futbolun aktörleri önemli bir değişime uğramıştır; kulüpler, futbolcular,

antrenörler, yöneticiler, taraftarlar ve hatta oyuna ev sahipliği yapan

stadyumlar 20 yıl öncesine göre ciddi bir değişim yaşamışlardır:

Televizyonun “aktif” bir şekilde oyuna müdahil olmasıyla birlikte; bu basit

oyun endüstrinin önemli “araçlarından” biri haline gelmiştir. Dolayısıyla;

futbolcular ve teknik direktörler yılda milyon dolarlar kazanır hale gelmiş,

2008 yılında bir futbol karşılaşmasının resmi bilet fiyatı 600 YTL’den alıcı

bulmuş, stadyumlar, numaralı, kapalı ve açık sisteminden, loca sistemime

geçmiş, naklen yayınlanan lig karşılaşmalarını seyretmek üzere seyirciden

M. Bilal Arık

221

ayrıca para alınmaya başlanmış, tek, ya da en çok üç kameralı çekimden 40

kameralı çekimlere geçilmiş, taraftar müşteri olarak algılanmış, kulüp

armalarının imgesel gücü pek çok sektörü hareketlendirmiş, bazı takımlar

kendilerini taraftarlarından çok sponsorlara karşı sorumlu hissetmiş ve taraftar

yöneticilerin yerini “profesyonel” işletmeciler alır hale gelmiştir. Tüm bu

değişimin ardındaki esas belirleyici güç ise televizyon ve ardındaki endüstri

olmuştur. Televizyon, futbolu kendi rasyonalitesi bağlamında yeniden

yapılandırmakta ve oyunun daha iyi bir televizyon ürünü haline

dönüşebilmesi adına oyunun tüm aktörlerini kendi gerçekliğine

uyumlandırmaktadır. Dolayısıyla futbol televizyon ilişkisi çok daha detaylı bir

bakışı hak etmektedir ve ilişkinin boyutlarının doğru analiz edilmesi

zorunludur.

KAYNAKÇA

Akşar, T. (2003). Süper Lig’de rekabetçi denge ne durumda? Verkaç yayın portalı (11

Ekim 2007). http://www.verkac.org/?p=2306. (Erişim: 25 Nisan 2008).

Akşar, T. (2008). Türkiye Euro 2008’den 300 milyon dolar kazanacak. FESAM yayın

portalı. http://www.fesam.org/sur_makale.php?kod=2&url=sur_makale.

Arık, B. (2004). Top ekranda. İstanbul: Salyangoz.

Authier, C. (2002). Futbol A.Ş. (çev: A. Berktay). İstanbul: Kitap.

Barnett, S. (1990). Games and sets. London: British Film İnstitute.

Boniface, P. (2007). Futbol ve küreselleşme (çev: İ.Yerguz). İstanbul: NTV.

Boyle, R. ve Haynes, R. (2000). Power play. Essex: Longman.

British football on television. http://www.le.ac.uk /sociology/css/resources/factsheets/

fs8.html. (Erişim: 25 Nisan 2004).

Cashmore, E. (1994). And there was television. London - New York: Routledge

Coakley, J. (2001). Sport in Britain. London - New York: Mcgraw Hill

Çupi, İ., (1994, 1 Şubat). Fenerbahçe bu canın arkasındadır. Milliyet.

De Fleur, M. & Dennis, E. E.(2002). Understanding mass communication (A liberal

art perspective). Boston - New York: Houghton Miffin.

Dilek, H. (2001). Mahallenin şık abileri. İstanbul: Babil.

Dobson, S. & Goddard, J. (2001). The Economics of football. Cambridge:

Cambridge.

Dünya kupası rekor kırdırdı. ( 2002, 3 Temmuz). Radikal.

Edge, A. (1997). Faith of our fathers. London: Two Heads.

FIFA's offical partners since 1982. FIFA resmi internet sitesi:

http://www.fifa.com/en/marketing/partners/index/0,1355,8,00.html. (Erişim: 2

Nisan 2004).

Futbol ve televizyon bağı

222

Galeano, E. (1998). Gölgede ve güneşte futbol (çev: E. Önalp & M. N. Kutlu).

İstanbul: Can.

Gökalp, E. (2005). Medya ve spor ya da spor/futbol medyası. Toplum ve Bilim, 103:

121-138.

Gratton, C. (2005). Economics of sport and recreation. London - New York: E & FN

Spon.

Gümüş, S. (2001, 27 Temmuz). Futbolcular greve çıkıyor. Radikal futbol dergisi.

Gümüş, S. (2004, 10 Şubat). Medya ve spor. Radikal futbol.

İkiz, M. (2007, 20 Aralık). Bir endüstri olarak futbol. Referans.

.http://www.aksam.com.tr/arsiv/aksam/

2004/07/28/spor/spor4.html. (Erişim:1 Temmuz 2004).

Kern, W. S. (2000). The Economics of sports. Michington: W.E. Upjohn Institute.

Kinkema, K & Haris, J. C. (1998). Mediasport studies: Key research and emerging

issues. İçinde: L. A. Wenner, MediaSport (ed.). New York: Routledge.

Kıvanç, Ü. (2001). Kesin ofsayt. İstanbul: İletişim.

Klose, A. (2001). Televizyon futbolu. İçinde: R.Horak, & W. Reıter, & T. Bora (eds.).

Futbol ve kültürü. İstanbul: İletişim.

Lee, S. (1998). Grey shirts to grey suits. İçinde: A. Brown (ed.). Fanatics, power,

identity& fandom in football. London – New York: Routledge.

Mills, W. (2000). Toplumbilimsel düşün (der.& çev.Ü. Oskay). İstanbul: Der.

Rowe, D. (1996). Popüler kültürler. (çev: M. Küçük). İstanbul: Ayrıntı.

Schaaf,P. (1995). Sports marketing. New York: Promethus.

Sugden, J., & Tomlison, A. (1998). FIFA and the contest for world football.

Cambridge: Polity.

Talimciler, A. (2003). Türkiye’de futbol fanatizmi ve medya ilişkisi. İstanbul: Bağlam.

Talimciler, A. (2005). Bir meşrulaştırma aracı olarak Türkiye’de futbol. Toplum ve

Bilim, 103: 147-162.

TV figures 2002 FIFA World Cup. FIFA resmi internet sitesi: http://www.fifa.com/

en/marketing/newmedia/index/0,1347,10,00.html. (Erişim: 1 Temmuz 2004).

Yolaç, M. (2002). Yiğiter Uluğ:Toplumun sahalara yansıyan yüzü: Futbol. Toplumsal

Tarih, 102: 64-67.

Zeytinoğlu, E. (2002). Futbol endüstrisi. Karizma Dergisi, 64: 4-12.

Zeytinoğlu, E. (2002, 30 Haziran). Televizyon futbolunda önemli bir figür: Erman

Toroğlu. Gazetem.net: http://www.gazetem.net/ezeytinogluyazi.asp?yaziid=6.

(Erişim: 25 Nisan 2004).

Zeytinoğlu, E. (2003, 27 Şubat). Hakemler kulüp sponsorlarına karşı sorumlu mu?

Gazetem.net: http://www.gazetem.net/ezeytinogluyazi.asp?yaziid=111. (Erişim

tarihi: 25 Nisan 2004).

                    linkedin-logo Paylaş                        Flipboard -logo Paylaş

Bu İçerik  20155  Defa Okunmuştur
 

Degerli yazarimiz Cuma, 14 Mart 2025.

YAZARIN DIGER YAZILARINI GORMEK ICIN TIKLAYIN

Neden Futbol Ekonomisi?

 

www. Futbolekonomi.com’un  vizyon ve misyonu temel olarak  Futbol Ekonomisi Stratejik Araştırma Merkezi’nin (FESAM) vizyon ve misyonuna paralel ve aynı düzlemdedir.

 

Bu bağlamda temel misyonumuz: Futbolun yerel ve küresel makro özelliklerini incelemek ve yeni yapısal modeller önermek; bu kapsamda entelektüel gelişimi hızlandırmak ve buna ilişkin referans olabilecek bir database oluşturmak ve bunu tüm futbol araştırmacılarının emrine sunmak... Bu amaçla yapılan çalışmaları yayımlamak; gerekli her türlü bilimsel futbol araştırma ve geliştirme projelerine entelektüel anlamda destek vermek.

 

Temel Vizyonumuz: Önerilen yeni modellerin gerçekleştiğini görmektir.

 devamı >>>

finansal-futbol-anim-1

tugrulaksar_ge_roportaj

Tuğrul Akşar Güngör Urasın sorularını yanıtlıyor

  Yazar Tuğrul Akşar,
Milliyet Gazetesi Yazarı Güngör Uras'ın
sorularını yanıtlıyor.
detay için tıklayınız..

 

Spor Endexi

 

12/032025

Kapanış Günlük
Değişim %
  BİST 100

10.590,33

+1,46

 bjk BJKAS

4,00

-0,99

 fb FENER

51,60

-0,58

 gs GSRAY

1,91

0,00

 trabzon TSPOR

0,99

-0,33

   SPOR ENDEKSİ

3.112,75

+1,09

Videolar

Tuğrul, Tuğrul Akşar, Pusula, Ekonomi, Futbol, Futbol Ekonomi, Mali,VİDEONUN DEVAMI VE DİĞER VİDEOLAR İÇİN TIKLAYIN.

İstatistikler

İçerik Tıklama Görünümü : 46579376

TRENDYOL SÜPER LİG 2024-2025 SEZONU

  

 

 Sıra TAKIMLAR 0 G B M A Y AV

1

Galatasaray 25 20 5  0 62 26 36 65
2 Fenerbahçe 25  19   4 2 63  23  40

61

3 Samsunspor 25 14 5  6

41

28 13

47

4 Beşiktaş 24  12  8 4 38 23 15 44
5 Eyüpspor 25 11 7  7 37  27 10 40
6 Göztepe 24 10 6 8 42  30 

 12

 36 
7

Başakşehir

24 10 8 40 31 9 36
8 Ç.Rizespor 25 8 8

8

39 29 10 32
9 Trabzonspor 24 8 8 8 39    29  10 32
10 G.Antep FK 24 9 5 10 33 34 -1 32
11 Kasımpaşa 25 7 11 7

45

50  -5 32
12 Alanyaspor 25 8 7 10 29 

36

-7 31
13 Antalyaspor 25 8 6

11

28  46  -18 30
14 Konyaspor 25 7 7 11 31 38 -7 28
15 Bodrum FK 25 6 6 13 17 29 -12 24
16

Sivasspor

25

6

6 13 28 41 -13 24
17 Kayserispor 24 5 9 10 24 44 -20 24
18 Hatayspor 24 7 15 24 43 -19 13

19

A.Demirspor 25 2 4 19 23 57 -34 -2

 

                 

Okur Yazar


Futbolun ekonomisi, mali, hukuksal ve yönetsel kısmına ilişkin varsa makalelerinizi bize gönderin, sizin imzanızla yayınlayalım.

Yazılarınızı  info@futbolekonomi.com adresine gönderebilirsiniz. 

 

 

Annual Review of Football Finance 2023

Annual Review of Football Finance 2023

Deloitte Sports Grup'un Avrupa Futbol Finansmanına ilişkin 32. kez düzenlediği yıllık futbol finans raporuna göre, Avrupa futbol pazarı 2021 - 22 sezonunda bir önceki yıla göre %7 büyüyerek 29.5 Milyar Euro büyüklüğüne ulaştı. Rapora ulaşmak için tıklayınız

Deloitte Football Money League - 2025

deloitte money league rapor 2025

 Deloitte Money League Raporunu 28. kez yayınladı. Rapora göre Avrupa'nın en zengin 20 kulübünün 2023-24 sezonunda gelirleri toplam 11.2 Milyar Euro'ya ulaştı. Raporu okumak için tıklayınız.

UEFA Kulüp Finans&Yatırım Raporu 2024

 

UEFA Raporu-2023

UEFA Kulüp futbolunun finansal durumları ve yatırımlarına ilişkin yıllık görünüm ve benchmark raporunu yayınladı. Okumak için tıklayınız

 


 

2021-Money-league-Raporu

 

Yirmidördüncü Deloitte Money League raporuna göre Barcelona'nın 715.1 Milyon Euro'luk geliriyle ilk sırada yer aldığı, tamamı merkez lig kulüplerinden oluşan ve bir önceki yıla göre gelirleri %12 azalan Para Ligi raporunu okumak için tıklayınız

 


 

 

annual report 202021 photo

 

Avrupa Futbolunun patronu UEFA’nın gelirleri 5.7 Milyar Euro’ya Ulaştı. Raporu okumak için tıklayınız.

 


 

 UEFA-Kulup-Futbolu-Lisanslama-2023


UEFA’nın 2023’te yayınladığı en son  Kulüp Lisanslamaya İlişkin Karşılaştırma raporuna göre kulüpler Pandemi döneminde 7.3 Milyar Euro zarar ettiler. UEFA raporu, Avrupa kulüp futbolunun endişe verici bir resmini çiziyor. Raporu okumak için tıklayınız.

 


    

191112 Aktifbank Ekolig

 

Türk futbolunun gelirlerinin ve ekonomik görünümünün mercek altına alındığı Futbol Ekonomi Raporu – EkoLig'in dördüncü sayısı yayınlandı. Süper Lig’in 2017-2018 sezonu sonunda 3,2 milyar TL olan geliri, 2018-19 sezonunda 4,2 milyar TL’na ulaştı. Bkz.

 

 

master bm report lowres

 

The European Club Footballing Landscape 2022


UEFA'nın Avrupa Lulüp futboluna ilişkin 13, kez yayınladığı, Covid-19'un etkilerinin de analiz edildiği raporu okumak için Bkz.


 

 EkoSpor-y

“Ekospor’un aylık bültenlerinden haberdar olmak için tıklayınız”

 

Süper lig Marka değeri araştırma

''Taraftar Algısına Göre Türkiye Süper Ligi Marka Değerini Etkileyen Faktörlerin ve Marka Değeri Boyutlarının Değerlendirilmesi'' Prof. Dr. Musa PINAR öncülüğünde yapılan bu araştırmayı okumak için tıklayınız.

 

 

the-european-elite-2019

KPMG Avrupa’nın 32 Elit Kulübünün değerlemesini yaptı. Süper Lig’den Galatasaray ve Beşiktaş’ın da bulunduğu bu raporda en değerli kulüp 3.2 Milyar Euroluk değeriyle Real Madrid oldu. Raporu okumak için tıklayınız.
 

Endustriyel_futbol

 

Futbolda Endüstriyel Denge ve Başarı Üzerine

Futbolun Endüstriyel gelişimi, kulüplerin sportif ve iktisadi/mali yapılanışını derinden etkiliyor. Dorukhan Acar’ın Kurumsal Yönetim temelli yaklaşımı ile "Futbolda Endüstriyel Denge ve Başarı"yı okumak için tıklayınız

 

 

Türkiye'de Kadın Futbolunun Gelişimi ve Günümüzdeki Durumu

 

imagesCAVM4O4L

 

Dr. Lale ORTA’nın Kadın Futboluna Entelektüel Bir Yaklaşım Sergilediği makalesi için tıklayınız.” 

 

 

İngiliz Futbolunda Kurumsal Yönetişim Üzerine

 

governance_in_football

 

Tüm kulüplerimize ve Türk Futbol yapılanmasına farklı bir bakış açısı kazandırabileceğini düşündüğümüz, İngiliz Parlementosu’nun Kültür, medya ve spor Komitesi’nin hazırladığı raporu okumak için tıklayınız. 

 

money-and-soccer

“Money scorring goals”, Gerçekten de “Para Gol Kaydedebiliyor mu? “

Euro 2012’nin olası ekonomik etkilerini
okumak için tıklayınız. 



FFP

Futbolda Finansal Sürdürülebilirlik Kapsamında ''Finansal Fair Play Başa Baş Kuralı ve Beşiktaş Futbol Kulübü Üzerinde Bir Uygulama 
Hüseyin AKTAŞ/Salih MUTLU,

okumak için tıklayınız.